O gün anahtarlığı Nuray Hanım'ın evinde bıraktım ve gelişimden Umut'a asla bahsetmemesi için söz verdirttim. Yedinci sınıfta yurda dönerken korkmayayım diye ışıklı ve ses çıkaran bu civcivli anahtarlığı bana Umut almıştı. En son ettiğimiz kavgada sokağa fırlatmıştım, anahtarlık parçalanmıştı. Büyük ihtimalle Umut tamir edip bana vermek üzere yanında tutmuştu. Hoş asla verememişti...Umut'un önerdiği hediyelerin hiçbirine yorum yapmamışken yanımdaki insanın sabrının son demlerinde olduğuna biliyordum, ama sessizlik yemini etmem dışında bugün benden uzaklaşacağından emindim bu yüzden konuşmadan, ağzımı açmadan Savaş olsa ne söylerdi diye düşünmeden onu izlemek güzeldi. En öldürücü darbemi sona saklıyordum.
"Bugün konuşmamak için ant mı içtin?"
"Anneanneni tanımıyorum, ayrıca yaşlı insanları sevmem. Bir fular al ve gidelim." dedim umursamazca. Savaş'ın normalde bu kadar kaba olmadığını biliyordum ama Umut onu o kadar çok tanımadığı için sorun yoktu. Umut kendisine verilen aldırmaz cevapla kızgın bir sesle konuştu:
"Eğer bunu kısa kesmek istiyorsan daha sinemaya ve yemeğe gideceğiz. Yani bugün benimsin."
"Sana böyle bir söz vermedim sik-" kendimi son anda tutarak, Umut'un gözlerindeki kararma ile söylediklerimi yutmak zorunda kaldım. Onunla omuz omuza dövüşecek kadar ya da Umut'tan yumruk yiyecek kadar ileri gitmeyecektim, son dakikalardı. Bu kadar kötü biten istemiyordum. Bir daha ona bu kadar yakından bakardım hiç bilmiyordum. O sırada gözüme vitrinde bulunan üstünde çiçek ve leyleklerin olduğu kibar bir kahve takımı takıldı.
"Buna ne dersin?"
Umut sırtını döndüğüne gördüğü kahve takımı ile hüzünlendi, kızgınlığı bir anda geçmiş gibiydi.
"Olmaz."
"Niçin?" dedim hala kayıtsız ses tonunu korurken. Bir yandan da kolumdaki saate bir bakış atmıştım. Son yarım saat.
"Çünkü anneannem büyük babam öldükten sonra çift şeylerden hep nefret etti. Evdeki misafir takımları dışında hiçbir şeyin eşi yok.
Sadece başımı sallarken Umut'u takip etmeye devam ettim, son söyledikleri ile biraz hüzünlenmişti. Dedesini hiç tanımamıştı ama Nuray Hanım'dan aşkını çok dinlemişti. En sonunda hediyeyi aldığımızda -antika bir masa saati almıştık- saatin üstündeki rakamla randevu zamanının geldiğinin farkına vardım ve Umut'a çaktırmadan telefonumdan mesaj attım. Tam dönüp Umut'a gideceğimi söyleyeceğim sırada araba anahtarlığını yani sarkan sarı şeyi görmemle duraksadım. Hala saklıyordu... ve siktiğimin civcivi tüm karizmasını altüst ediyordu.
Umut'un dönüp bana bakmasıyla dağılmış ifademi hızla toparlamaya çalışmıştım. Gözleri soru sorar gibiydi.
"Gidelim mi?"
"Benim bir randevum var." diye mırıldandım. Her ne kadar homofobik olmasam da biraz sonra gelecek olan kişiyle - Savaş'ın ölmeden önceki eski sevgilisi ile buluşmak- beni Umut'la olmaktan daha rahatsız ediyordu ama başka seçeceğim yoktu.
"Anlamadım?"
"Affederseniz, numaranızı alabilir miyim?" diyerek yanımıza gelen kız çekinerek bakarken Umut kızgın ifadesini silmeden kabaca kızı başıyla kızı reddetse bile yine de fotoğraf isteğini kabul etmişti. yumruklarımı sıkmış bir şekilde sinirlerime hakim olmaya çalışıyormuş son derece güzel bir kızla fotoğraf çekilmesini sanki uzaktan izlemiştim. Yanında işte hep böyle biri olmalıydı.
Umut çatık kaşları ile bana bakarken bile ilgi odağıydı. Çevresindeki herkes bu Yunan tanrısına dönüp bakıyordu ve ben onunla bir daha dışarıda buluşmamayacaktım, bunlar son dakikalarımızdı ve böylece harcıyorduk.. ama zaten öyle olmasa bile bu ilgiyi bir daha kimseyi öldürmeden izleyebileceğimi sanmıyordum. Modellik yapan Umut'un sayısız iç çamaşırlı fotoğrafını görmüş olsam bile insanların sürekli Umut'u süzmesi bende ona bakan gözleri oyma isteği doğuruyordu ve bunu yaparsam planından sapacağım kesindi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yolun sonuna kadar [boyxboy]
Teen Fiction"Neden peşimden geliyorsun be?" diye bağırdım. Sırt çantamı ona doğru savururken arkamdan sessiz adımlarla beni takip eden ama dikkat çekmekten başka bir işe yaramayan gence oldukça kızgındım. "İzin ver" dedi ve yokuşun aşağısını göstererek devam e...