Remus Lupin, Hogwarts'taki dördüncü senesinde hala neden Kehanet dersini seçtiğini sorgularken Sirius'la beraber bir kez daha Kuzey Kulesine doğru yürümeye başladı. Dolunayın yaklaşıyor olması zaten gerginlik hissi iyiden iyiye artırıyorken, üzerine bir de bu saçma sapan derse katlanmak zorunda olması sinirlerini iyice bozmuştu.
"Aylak, bana bir uğursuzluk büyüsü yap ve şu işkenceden kurtulalım." Sirius parlak fikirlerinden bir tanesini daha sızlanarak gün yüzüne çıkarırken Remus -eğer onun yerinde James olsaydı çoktan bu planı büyük bir zevkle uygulamaya başlamışlardı- yanında yürüyen siyah, dalgalı saçlı yakışıklı arkadaşına donuk gözlerle baktı.
Sirius arkadaşının bakışlarına, "Ne var, hem dört gündür Hastane Kanadı'na uğramadık. Sen de özlemedin mi?" diyerek karşılık verdiğinde Remus kendini tutamayarak kıkırdamaya başladı. Sirius amacına ulaşmış, yakın arkadaşının moralinin yerine geldiği düşüncesiyle keyifle sırıtmaya başlamıştı. İki kafadar gülümseyerek değişik çiçek ve ağaçlara kokulu dumanlarla işgal edilmiş sıcak sınıfa girdiklerinde midelerinin bulanmaya başladığını hissettiler. Sirius, Profesör Sullivan'ın burada nasıl hayatta kaldığını merak ederek sınıfta ilerleyen Remus'u takip etti ve genç büyücünün seçtiği masaya oturdu. Profesör içeri girdiğinde sınıftakiler çoktan mayışmış, hatta çoğu öğrenci başlarını sıraya koymuş uyuklamaya başlamıştı.
Dakikalar ilerlerken her şey normal seyrinde devam etmişti, ta ki Profesör Sullivan delici bakışlarını Lupin'in üzerinde odaklayana kadar. Kadın hiç konuşmadan sınıfın ortasında öylece dikiliyordu, hatta öğrenciler bir çeşit transa girdiğine yemin edebilirlerdi. Bundan sadece dakikalar önce can sıkıntısıyla boğuşarak çay yapraklarını okumaya çalışıyorlarken bir anda bu garip duruma anlam veremediler. Kadın başını hafifçe sağa doğru yatırarak duyulabilir bir sesle konuşmaya başladı.
"Ecel, kaderi bir yazılmış olanları peleriniyle sarmaladığında; yıllarca ayrı kalan iki kalp pişmanlık denizinde boğulacak."
Sınıfı saran sessizlik o kadar somuttu ki elinizi uzatsanız tutabilirdiniz. Bütün öğrenciler şaşkınlık dolu bakışlarını önce Remus'a, ondan da Mary Sullivan'a çevirdiler. Profesör normale dönerken hafif fısıltılar birleşerek rahatsız eden bir uğultuyla sınıfı doldurmuştu. Fakat genç kurt adam hiçbir şeyi umursuyor gibi değildi, kadının söylediklerinin normal zamandaki zırvalıklardan farklı olduğunun içten içe farkındaydı. İlk fırsatta Dumbledore'la bunu konuşmalıydı, belki de o gerçek bir kehanet olup olmadığını anlayabilirdi.
Profesör Sullivan kendine tamamen geldikten sonra gerginlik devam etmişti ama bir şekilde ders normal seyrine dönmüş, başka kimseye anlamsız cümleler sarf edilmeden sona ulaşmıştı. Sirius sınıftan çıkarken James'i dinleyip bu dersi bırakması gerektiğini düşünürken Remus, Sullivan'ın kelimelerini zihninde farklı versiyonlarla tekrar edip duruyordu.
*
Kehanetin üzerinden Remus'un artık sayısını hatırlamadığı kadar yıl geçmiş, pek çok kaybın ve acının ardından Büyük Savaş gelip çatmıştı. Voldemort seneler önceki başarısızlığını, şanlı tarihindeki o kara lekeyi, temizlemek için Hogwart'a gelmişti. Savaş acımasız bir şekilde devam ederken iki taraf da ölümüne dövüşüyordu. Remus Lupin, eşi Tonks'a çarpmasına ramak kalan bir büyüyü engelledikten sonra onu hedef alan Ölüm Yiyen'e aklına gelen ilk laneti gönderdi. Anthony Dolohov yıkılması zor bir rakipti, Remus'un büyüsünü kolaylıkla savuşturmuştu. Remus, oldukça isabetli bir Cruciatus Laneti'nden son anda sıyrılıp hırsla büyülü sözcükleri bağırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Divination
RomanceEcel, kaderi bir yazılmış olanları peleriniyle sarmaladığında; yıllarca ayrı kalan iki kalp pişmanlık denizinde boğulacak.