Cemal
Rutin haline getirdiğim akşam yürüyüşlerimden birini gerçekleştirdiğim bir gün, parka doğru adımlıyordum.
Aklımda yalnızca önemsiz şeyler dolanıyordu, yalpaladığım ve hüzünlendiğim dönemlerden birindeydim.
Tek başıma yaşıyordum ve Berkan hariç hiçbir arkadaşım yoktu, bu da artık sıradanlaşmaya başlayan olaylardandı.
Aslında ortamlara girebilme kabiliyetim vardı, önceden yaşadığım birkaç tatsız olay bunun son bulmasını sağlayan faktördü.
Kapkaranlık parka geldiğimde çimenlerin üzerine oturup, sırtımı yaşlı bir ağacın gövdesine yasladım.
Bu ağaç bile hüzünüme ortak olmuş gibiydi âdeta.
Hafif esen rüzgâr tenimi okşarken, gökyüzünün parlaklığına takıldı gözlerim.
Ürperdiğimi hissederken, karşımda aynı benim gibi oturan bir beden sezdim. Gökyüzünü seyrediyordu, bakışlarımız kesiştiğinde gözlerinin ardında olan hüzünü hissettim.
O akşamın dönüşü, yatağımda ceset gibi uzanırken hüzünlü gözleri ve onun sahibi olan bedeni düşündüm durdum.
Aydınlanan hava ile sabah olduğunu idrak ettiğimde, düşünmekten yorgun düşen bedenim kendini uykuya teslim etmişti.