Umut eve girdiğinde anne ve babasının hala uyanık olduklarını görünce şaşırmıştı ama evin giriş kapısının önünde duran valizleri görünce daha da şaşırmış, şok olmuştu. Salona girdi ve kendisini bekleyen annesi hemen ayaklandı.
"Umut alacağın bir şey varsa odandan al, İspanya'ya gidiyoruz."
"Ne?" dedi Umut, hala daha bir şey anlayamamıştı. Babası bir şey demeden koltukta oturmuş, sigarasını içiyordu.
"Hadi." dedi annesi sabırsızca.
"Ben gitmiyorum anne. Niye gidiyoruz? Anlamıyorum." diyen Umut karşı çıkmaya hazırdı, ne olursa olsun gidemezdi.
"Niye?"
Babasının sert ama tek kelimelik sorusu salona bomba gibi düşmüştü, sanki odadaki herkes sorunun cevabını biliyordu. Umut hayatında ilk kez babasına karşı gelmişti, bu yüzden cesur olmaya karar verdi ve sonuçlarını bilerek açıkladı.
"Çünkü Barış burada."
"O orospu çocuğundan hoşlandığını biliyordum!" dedi babası, sanki bunu bekliyormuşcasına koltuğundan hızla kalktı. Umut'u kolundan tuttuğu gibi odasına götürürken annesi Neslihan arkalarından onları takip ediyordu, kocasını engellemeye çalışıyordu. "Yapma" diyerek yalvaran Neslihan Hanımın aksine Umut, babasının kapısını kapatıp kemerini çıkartmasına bir şey demedi, babası iri yapılı bir adamdı, yıllarca polislik yapmıştı. Karşı gelmek boşunaydı, çoktan kabullenmişti.
"Siktirdin mi kendini ona? SÖYLE! Ben Bekir'in oğlu ibne dedirtmem!"
Umut babasının sırtına indirdiği kemer darbelerine sesini çıkarmadı, acıdan gözyaşlarını tutmaya çalışırken babasına bu zevki vermeyecekti. Arkasından kendisine saydıran babasının darbelerine bile dayanırken tek düşündüğü bunların bitmesi ve anne babası uyuduğunda evden kaçmaktı. Lakin hayatın onun için başka planları vardı.
Annesi babasının dövmesi bitince içeri girdi, ağlayarak Umut'un yaralarını sardı ve kıyafetlerini değiştirdi. O gece annesi ve babası uyumadı, onun yerine gece ikideki uçaklarına binerek Türkiye'yi terk ettiler. Umut o gün anneannesinin evine dönmediğine pişman olmuştu. Hayattaki en büyük pişmanlığıydı.
"Senden nefret ediyorum." demişti annesine. Bu zamana kadar anlamaya çalıştığı kadını o gün hayatından silmişti. Babası Bekir aslında bir uyuşturucu mafyasını ele vermesi için gizli polis olarak içeri girmiş, ama kendisi de onlardan birisi olmuştu. Durumu anlayan komiserinin onu içeri atacağını anladığında uyuşturucu baronunun yardımı sayesinde yurt dışına kaçabilmişlerdi. Orada babası adamın Avrupa ayağı görevi gördü ve ona bağlı olarak bir şirket açtı. Gemileri paravan olarak kullanıp uyuşturucuyu Avrupa'ya getiriyorlardı ve babası artık sadece zengin değil, milyonerdi.
"Napıyorsun kardeş?"
Arslan, Barcelona'daki tek arkadaşıydı, aynı Barış gibi. Babası Türk bir diplomat, annesi İspanyol zenginiydi. Umut başta Arslan'a hiç yaklaşmamıştı ama zamanla bu züppelerin okulunda onunla bir araya gelmekten başka çareleri kalmamıştı. Arslan profesyonel olarak boks yaptığından Umut'ta onun sayesinde onunla birlikte başlamıştı. Kendisini ve sevdiklerini korumayı öğrenmesi gerekiyordu.
Babasına yumruk atacağı günü iple çekiyordu.
Bu arada Barış'a ulaşmaya çalışabilirdi ama babası buraya geldikleri ilk günün gecesinde, aniden odasına dalmış ve silahını oğlunun başına doğrultmuştu.
"Eğer o Barış denilen ibneyi arayacak olursan seni öldürürüm."
Umut kendisi için gram korkmamıştı ama arkasında bırakacağı anneannesi ve Barış için sessizce başını sallayıp kabul etmişti. Babasının yükselişiydi, ama her yükseliş bir çakılma ile son bulurdu. Bu yüzden yıllar boyunca sabretmişti, Umut Türkiye'ye döndükten sonra bile genç çocuğu hep uzaktan izlemiş ve kendi parasını çıkarmaya çalışmıştı.
"Biraz daha çeneni kaldır." dedi minyon cilveli kız Umut'a, gözleriyle karşısındaki heykeli yediği belliydi ve gerçekten yemek de istiyordu ama Umut bu bakışlara sadece soğuk bir bakışla cevap verdi ve çenesini kaldırdı. Üstünde patlayan flaşların hepsi söndüğünde Umut kendisini bekleyen arkadaşına doğru gitti.
"Nereye gidelim yemek yemeğe?" diye soran Arslan, cevabı bilmesine rağmen yine de bir umut sormuştu.
"Nerede yemek yiyeceğimizi biliyorsun." dedi Umut terini havluyla silerken. Her zaman Barış'ın çalıştığı kafenin karşısındaki pizzacıya giderlerdi. Barış'ın öldüğü gün sokağın karşısında Arslan'ın sigarasını bitirmesini bekliyorlardı. Kalabalık caddede Barış'ın onları fark etmesi imkansızdı. Umut yine de direk dikkatini siyah saçlı çocuğa vermiş onun karşıya geçeceğini gördüğünde pizzacıya girmek için Arslan'ı dürtmüştü. Umut önden giderken duyduğu bağrıltılar ile arkasını döndü ve kalbinin durduğunu hissetti.
Barış yerde yatıyordu, başının çevresinde kanlar birikmişti. Biraz gerisinde beyaz bir araba vardı, o an hiçbir şeye dikkat etmeyen Umut var gücüyle koşup Barış'ın yanıbaşına gelirken gözünden akan gözyaşlarını görmüyordu.
"Hayır-hayır-hayır ölemezsin! Barış ölemezsin! Lütfen ölme..."
Umut'un haykırışı tüm sokağı doldurdu, bu haykırış son bir çağrıydı.
Ne olur, lütfen bana geri dön.
*
Umut hastanenin bahçesindeki bankta oturuyordu,hiçbir şeyin farkında değildi. Zaman donmuş gibiydi. Bir saat önceesine geri dönmek istiyordu. O sokağın karşısına geçip "sana geldim" demek, ve sarılmak... Bunca zamandır, bu kadar acı ve özlemin hepsi Barış içindi. Onun için sabretmiş, savaşmıştı. Sadece son bir şey için bekliyordu.
"Hadi gidelim." diyen Arslan yanımdaydın, ama Umut'un aklında Barış'ı burada bırakıp gitmek gibi bir fikir yoktu. Arslan'a cevap vermeden ayağa kalktı, hastaneye girdiğinde nereye gideceğini bile bilmiyordu. Önünden koşturarak geçen Aleyna'yı görmedi, yine de ikisi de aynı yöne gittiler, Umut Savaş'ın odasının önünden geçti ve koridorun sonundaki morga ilerledi.
Sonraki günlerde Umut, neredeyse her gün Barış'ın mezarını ziyaret etti. Dersler biter bitmez mezarlığa gidiyor, akşam olana kadar ağlıyor, akşamları ise kendini kaybedene kadar içiyordu. Kalbindeki acıyı tarif edecek kelime yoktu. Barış'tan geriye o kadar az eşya kalmıştı ki hepsine sımsıkı tutunmuştu, çünkü bu eşyalar Barış'ın bir zamanlar varoluğunun kanıtıydı. Barış gerçekti, Umut dışında kimsesi olmasa bile bu dünyadan geçip gitmiş ve en çok birisinin hayatına iz bırakmıştı.
"Şu insanlara bak." dedi Barış üzgün bir sesle. Liseye geçecekleri yazdı ve ikisi dershanenin bahçesindeki banka oturmuşlardı. Yan taraflarındaki camide bir cenaze kalkacaktı. Normal durumunun aksine cenazenin başında sadece üç insan vardı. İmam ve iki kişi daha.
"Ne oldu?"
Umut hiçbir şey anlamamıştı, boncuk gözlerin duygulu bir biçimde cenazeye bakmasına anlam veremiyordu.
"Aynı benim gibi kimsesiz olmalı. Cenazesine gelecek kimsesi yokmuş bile."
O an Umut'un içinden bir şey koparken aynı anda kızgınlıkla Barış'la konuştu.
"Sen kimsesiz misin?"
Barış başını çevirdi ve yanındaki çocuğa bakarken dudaklarının ucuyla hala daha üzgün olsa bile konuştu.
"Haklısın değilim, sen varsın. Ama sende gittikten sonra ben olmayacağım, dünyadan silineceğim."
Umut, Barış'a bir şey diyemedi, bu çocuğu kimseyle paylaşmak istemiyordu. Ağzını açıp ona "ileride senin de bir ailen olacak, onlar seni hatırlayacaklar" demedi, onun yerine Barış'ın başını omzuna koymasına izin verdi.
"Sen benim ailemsin." dedi Barış.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
yolun sonuna kadar [boyxboy]
Teen Fiction"Neden peşimden geliyorsun be?" diye bağırdım. Sırt çantamı ona doğru savururken arkamdan sessiz adımlarla beni takip eden ama dikkat çekmekten başka bir işe yaramayan gence oldukça kızgındım. "İzin ver" dedi ve yokuşun aşağısını göstererek devam e...