Ben Jeon Jungkook. Bugün hayat koşumun 17. yılındayım. Gün 28, ay mayıstı. Saat öğlen 4 civarı olsa gerekti. Ve ben beynimde dönen düşüncelerimle yatağımda uzanıyor, su yosunu yeşili olan duvarımla bakışıyordum. Bir elimde neredeyse hiç alma gereksinimi duymadığım telefonum vardı ve sesin yüksekliğiyle elimde hopörlerinden gelen titreşimi hissettirerek usulca şarkı çalıyordu. Gelen huzurla gözlerimi yumdum. Dudaklarımı araladım ve kendime hakim olamadan kelimelerin dökülmesine izin verdim. Kadının yumuşak sesiyle sesimin sakin dansı beni neredeyse bulutlara ulaştırıyordu. Evde Jin hyungun olmaması beni daha da rahatlatırken yerimden doğruldum ve mesaj beklediğim için elimde tuttuğum telefonu yatağımın üstüne düşmeyeceği şekilde fırlattım. Tanrı aşkına, o kadar rahat ve huzurluydum ki dans etmek ve deli gibi şarkı söylemek istiyordum.
Kalçalarımı usulca hareket ettirirken elimle havayı okşuyordum sanki. Yüzümdeki gülümsemeyle etrafımda döndüm ve salınmaya devam ettim. Hangi şarkıya geçerse geçsin söylemeye devam ediyordum. Beni sanki öyle bir kalkanla kaplamıştı ki, ne nefret ne huzursuzluk ne de kötü ruhlar geçebiliyordu oradan. Neşeliydim. Ömrümde duymadığım kadar huzurlu, hissetmediğim kadar özgürdüm. Sanki kafesimin kapısını açmıştı ve beni bu melankolik ruhumdan soyutlayıp çıkarmıştı. Onunla sadece 3 kere yüz yüze bakmıştım ama ne olursa olsun kalbimin kapısının hemen önünde olduğunu hissettim. Elini kaldırıp tıklattığı zaman ona kapıyı açmak için hazırdım, her daim hazır olacaktım.
Listemdeki şarkı aniden çalmayı bıraktığında dönüp telefonumu elime aldım. Şimdi telefonumun sesi içeride yankılanıyordu. Numaraya baktığımda kayıtlı olmayan bir numara olduğunu fark ettim. Operatörler ve arkadaşlarım hariç kimsenin aramadığı telefonumda onlardan farklı bir numara vardı. Heyecanlanmıştım. Yeşil simgeye basarak açtığımda kulağıma koydum.
"Şey, kimsiniz?"
"Benim, Taehyung. Mesaj atmak yerine aramak istedim. Seni aramamda bir sorun yok değil mi?"
Ah tanrım... Beni aramana o kadar sevindim ki, kendimi tutamıyor ve karşımdaki duvara salakça gülümsüyorum.
"Merhaba hyung. Elbette aramanda sorun yok. Aksine, çok mutlu oldum aramana. Nasılsın?"
"Oldukça iyiyim Jeongguk. Mutlu olman daha iyi hissettirdi. Neler yapıyorsun, okulda mısın?" karşı taraftan gelen bu sıcak ses içimi kıpır kıpır yapmıştı.
"Okul biraz erken bittiği için evdeyim hyung. Müzik dinliyordum. Sen neler yapıyorsun? Yine kafedesin anlaşılan." arkadan gelen şarkı kafesinin ikonik şarkısıydı. Her gün bir iki kere çalardı.
"Ah benim günümün neredeyse hepsi kafede geçiyor Jeongguk. Yeşil çay içip kitap okuyordum. Ben şey için aramıştım seni, şey için" bir süre karşıdan gelen ses kesilmiş ve yerini kafedeki seslere bırakmıştı.
"Hyung? Bir şey mi oldu?"
"Bugün, eğer müsaitsen bir şeyler yapalım mı? Sinema veya sahile gitmek gibi. Bazı liseli öğrenciler buraya sınava çalışmak için gelmeye başladı, ben de senin de sınavlarının başlamış olduğunu düşündüm. Biraz vakit geçirelim mi?"
Bir insanın sesini ısırmak istiyorum. Hem de çok fena istiyorum. Sesi ne kadar derin, ne kadar sert olursa olsun, içimdeki o minik kurtu hep uyandırıyordu.
"Ben.. çok sevinirim hyung. Sahile gidelim mi? Hem hava çok güzel. Sınav haftamda dışarı çıkıp gezmem yasak. Ama daha bir hafta var." arada istemsiz minik kıkırtılar bırakıyordum.
"Boş vaktini yakaladığıma çok sevindim. O zaman, 1 saat sonra kafede buluşalım mı? Oradan geçeriz sahile." sesindeki sıcaklığın sebebi gülümsemesiydi ve ben bunu hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Blue Café | Taekook
Fanfiction'Dünyam kırılmış hayallerin izler bıraktığı kilometrelerce yoldan ibaret... ... Seninle Blue Café'de buluşacağım.' Chris Rea- The Blue Café