- 1 -

63 5 2
                                    

Saat sabaha karşı beş buçuk, hava aydınlanmaya başlamış ve yarı kapalı perdenin arasından solgun gün ışığı sızıyordu. Jeongguk, zarif parmaklarıyla içi beyaz şarap dolu kadehi kavrarken bir yandan elindeki günlük tarzı deftere hislerini döküyordu. ''Yaşayacak gücüm kalmadı, kalbim bunları taşıyacak kadar büyük değil.'' Cümlesini yazmayı tamamladıktan sonra yutkunmaya çalışmış, göz yaşlarının bir sel gibi dökülmemesi için Tanrı'ya yalvarıyordu. Elindeki bir kaç yudumluk ömrü kalan kadehten bir yudum daha alıp masaya bıraktığı kalemi tekrar eline aldı ve yazmaya devam etti; ''Çığlık atıyorum, çığlıklarım sanki yeri göğü inletiyor, kulaklarımı kanatıyor. Fakat.. Fakat kimse beni duymuyor. Kimse feryadımı duymuyor, öyle sağırlar ki bana. Canımı yakıyor, dayanamıyorum. Çabalıyorum fakat yapamıyorum.'' İçi yanıyordu, alev alev kavruluyordu. Ölüyordu, ya da çoktan ölmüştü. Zarif ve tertemiz bilekleri kesiklerle kirlenmişti. Kaderi buydu, bunu biliyordu ama gençliğinden olsa gerek bunu değiştirebileceğini sanıyordu. Genç, aptal ve en önemlisi depresifti. Hiç arkadaşı yoktu, kimseyle anlaşamazdı. Anne ve babası tarafından terk edilmişti, hiç bir zaman sevginin mükemmelliğini tadamamıştı. Onu bu yaşına kadar büyüten babaannesi, 11 ay önce hayata gözlerini yummuştu. Yapayalnızdı, kimsesi yoktu. ''Çok şanslısın Gguk, insanlar nankördür, seni kırarlar. Etrafında kimsenin olmaması o kadar iyi ki..'' Babaannesi hep böyle derdi. Haklı mıydı? Haksız mıydı? İnsanlar bencil miydi? Sevmeyi gerçekten bilmiyorlar mı? Kafası karışıktı, yalnızlık ağırdı ve o çok zayıftı. Düşüncelerini savurup elindeki kadehi ve defteri masaya bıraktı, baş ağrısı onu yiyip bitiriyordu. Kafasının içinde biri vardı, hep konuşuyordu ve susmuyordu. Ara sıra çığlık atıyor, Gguk'u delirtiyordu. İçeride havasızlıktan ölecekti, sadece sigara dumanını soluyordu ve ciğerlerine küçük çaplı şölenler sunuyordu. En sonunda terasa çıkmayı akıl etti, masanın üzerindeki küllüğü, bitmek üzere olan sigara paketini ve çakmağı alıp yavaşça doğruldu. Fazlasıyla gıcırdayan merdiven basamaklarını çıkarken hala ayık olmamasının verdiği sakarlıkla düşmemeye gayret gösteriyordu. En sonunda merdivenleri çıkmayı bitirmiş ve neredeyse tamamı camdan olan kapıyı bir eliyle minik terasın korkuluklarına doğru adımladı. Kenardaki sandalyeyi korkuluklara yakın bir yere çekip oturdu, hava serindi ama üşütmüyordu, ''kalbi kırıktı ama ağlatmıyordu.'' Gözlerini gökyüzüne doğru dikerek elindeki sigara paketinden bir sigara çıkardı ve kurumuş dudaklarına yerleştirdi, elindeki çakmakla ucunu yakarak yoğun dumanı içine çekti. Ciğerleri acıyordu, ama kalbinin acısının yanından dahi geçemezdi. Kendine duyduğu kin ve nefret onu mahvediyordu, kurtulmaya çalışıyordu ama ne kadar çabalasa da boşaydı. Düşüncelerinin etkisinden çıktığında elindeki sigaranın da dibine kadar bittiğini fark etti, korkulukların üzerine bıraktığı küllüğe doğru uzanıp sigarayı sertçe bastırıp söndürdü. Hava tamamen aydınlanmıştı, kampüse yetişmesi gerekiyordu ve üzeri sırf sigara kokuyordu.  Oturduğu sandalyeden zorlanarak kalktı ve ellerini saçlarına atıp ipek kadar yumuşak ve incecik saç tellerinin arasından tıpkı bir meleği andıran beyazlıktaki parmaklarını geçirdi, ellerini kullanırken bilekleri sızlıyordu. En alt kattaki banyoya doğru yürümeye başladı, hızlıca üzerindekileri çıkardı ve duşakabine kendini attı. Suyu açtı ve ılığa ayarladı, ılık suyun saçlarına temas etmesi ile irkildi ve saçlarını yıkamaya başladı. Bir anda gözleri kenardaki jilete çevrildi, üzerindeki kanlar kurumuştu ve korku uyandırıyordu. Gözlerini zorlansa da oradan koluna doğru getirdi. İnce mükemmel bilekleri.. Tanrı'nın ona hediyesini mahvetmişti. Bir eliyle kolundaki kesikleri sıkıca sarıp gözyaşlarının duş başlığından akan su ile birleşip yüzünü yakışını umursamadan ağzından aynı kelimeleri dökmeye devam etti;

                                            ''Ben bir hatayım. Ben bir    hatayım. Neden ölmüyorum?''

Bu sorunun cevabını kimse bilmiyordu. Gguk, bir hata değildi. Yalnızca kendini keşfedememiş aptal bir çocuktu. Ölmek istiyordu, sadece kendini Tanrı'nın kollarında biraz da olsa güvende hissetmek istiyordu. Hiç aşık olmamıştı, annesine dahi bir kere sarılmamıştı. İlk sarıldığı kişi babaannesiydi, o öldüğünde buz kesmiş bedenine ve asla açılmamaya mühürlenmiş gözlerine rağmen tıpkı bir bebek gibi hıçkıra hıçkıra ağlayıp babaannesine sıkıca sarılmıştı. Onu bir tek babaannesi anlıyordu, ölene kadar hep yağlı boya ile tablolar yapmıştı ve canından çok sevdiği ve tek varlığı olan torunu Gguk'a da mükemmel resimler yapmayı öğretmişti. Gguk renkleri sevmezdi, bu yüzden her zaman kömür kalemleri ve ucu bıçakla açılmış kurşun kalemleriyle insan portreleri çiziyordu.

Üzerindeki sigara kokusu tamamen gittiğinde duştan çıktı ve yatak odasına ilerledi, gardolabının önüne geçti ve ütüsü en kusursuz yapılmış gömleği eline aldı. Altına da siyah ve dar bir pantolon giymeyi planladı. Üzerindeki bornozu çıkarıp elindeki kıyafetleri giydi, ıslak saçlarını kurutmak için aynasının önüne geçti ve hızlı bir şekilde saçlarını da kuruttuktan sonra tekrar gardolabına yöneldi, siyah uzun kabanı ve genelde ressamların taktığı berelerden birini kafasına geçirdi. Minik bel sırt çantasına bir defter ve bir kalem, cüzdan, anahtar gibi temel ihtiyaçlarını koydu. İçini döktüğü defteri de eline aldı, kulaklıklarını takıp en sevdiği şarkıların olduğu playlist'i açıp morali yerinde ve neşeli gibi davranmaya çalıştı. İçi kan ağlıyordu, ama insanlara her daim iç ısıtacak tebessümünü sunmaya devam ediyordu. Otobüs durağına gitti ve  beklemeye başladı, yaklaşık beş dakika sonra gelen ilk otobüse bindi ve cam kenarına yerleşti, kafasını cama yasladı ve her zamanki gibi düşüncelere daldı. 

Kampüsünün önüne geldiğinde kafasını camdan kaldırıp koşarak otobüsten indi. Fakat fark etmediği bir şey vardı... Defteri otobüste unutmuştu. 

Kampüsteki dersleri bittiğinde yine aynı şekilde durağa geldi, kafası yine çok doluydu ve zihninde hiç bir şeyi hatırlayacak kadar boş yeri yoktu. Otobüse bindi ve evine döndü, telefonunun şarjı bitmişti ve eve geldiğinde şarja taktı.

''1 yeni mesaj.''

Ona kimse mesaj atmadığı için bu durumu garipsemiş ve biraz da olsa korkmuştu, cesaretini toplayıp mesaja girdi;

''Bu defter sana mı ait? İçindekileri okudum, gerçekten berbat bir dönemden geçtiğini fark ettim, bir gün seninle konuşmak ve seni dinlemek istiyorum. Lütfen bana ulaş, çünkü senin için endişeleniyorum..''

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 23, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Teen Idle, taekook.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin