Dokunuyoruz

470 42 15
                                    

Başlıktan da azıcık anlaşılacağı üzere, yetişkin sahneler içerecektir. İyi okumalar.

***

Mark, onu öpüşüme karşılık verip bana doğru uzanırken, dudaklarımı aralamaya çalışan diline izin verdim.

Elleriyle kollarımı kavrayıp oturduğum sandalyeden kaldırdı bedenimi, beni hala öpmeye devam ederken kucağına aldı, ikimizi de mutfaktan çıkarıp kendi odasına ilerledi.

Ellerimi, hızla inip kalkan göğsümün hizasından çekip önce suratına değdirdim. Yanaklarını okşayıp, saçlarını tararken parmaklarımla, beni yatağa yatırışını, bacaklarımın arasına yerleşişini hissettim.

Heyecandan kafayı yiyecek gibi hissediyordum, ortada apaçık duran hiçbir gerçek, hiçbir olay umurumda değildi.

Ben kafayı yemiştim, ölüme taparken tapacak birisini daha bulmuştum.

Katilim olacak insana, beni öldürmesi için yalvardığım insana karşı hissetmeye başladıklarımın, yalnızca ihtirastan kaynaklanıyor olmasını umarak, ellerimi sırtına götürdüm.

Mark, kocaman cüssesiyle bedenimi ezerken, dudaklarıyla da dudaklarıma işkence çektiriyordu.

Her nefes alışverişiyle göğsüme değen göğsü, alt tarafta hissettiğim ve sürekli olarak bana sürterek baskı uyguladığı sertliği, dilimle sevişen dili... Her şeyiyle beni gökyüzüne çıkarıyordu.

Ellerim, sırtını kavradığında, diliyle yaptığı işe ara verdi, küçük öpücükler kondurdu dudaklarıma, yönünü boynuma çevirdi.

Yine sol taraftaki nabız noktamı dişleyip, yarına iz kalacağını düşündürten darbeler atarken, ağzımdan çıkan sesleri bir sis perdesinin arkasından duyuyordum.

Kulaklarım uğulduyordu, ellerim Mark'ın sırtını okşarken, ellerini üstümdeki tişörtün kenarlarına indirdi.

Parmağının ucuyla, eşofmanımın bitiş çizgisini takip ederek, karnımın solundan sağına bir çizgi çekti. Parmak ucunun geçtiği her nokta karıncalandı, karnımı havaya kaldırma isteğiyle doldum.

Boynumdan çektiği dudaklarını, elinin bulunduğu noktaya götürdü. Burnunun ucuyla tişörtü karnımın üstüne itti, dudaklarını parmağının geçtiği çizginin başlangıcına değdirdi.

Minik öpücük ve dil darbeleriyle soldan sağa bir çizgi daha çekerken, kalp atışımın onun tarafından bile duyulduğunu hissediyordum.

Kafamı yastığa gömdüm, ellerimi saçlarında gezdirdim. Dudakları, tişörtümü çıkarır çıkarmaz üstümden, karnımın ve göğsümün her noktasında dolandı.

Öpülmedik, emilmedik tek bir anlık ara vermezken, en son kalbimin olduğu noktada durdu. Soluk aldı, verdi.

Dudağını, kalp atışımın, nefes alış-verişimle yarışan hızda atarken, dışarıdan çıplak gözle bile görüldüğü o noktaya değdirdi, ağzımdan kaçan bir mırıltı ile gözlerimden bir damla yaş akmasına izin verdim.

"Güzelsin, Tanrım. Kumral teninle çok güzelsin." Mark, hala kalbimin üstünde dururken, dudakları oraya değecek şekilde konuştu.

Dayanamıyordum.

Ellerimi uzatıp onu, üstünde hala duran, kazağından tutarak kendime çektim, yarım kalmış dudaklarını kendiminkiyle bütünleştirirken, kazağının alt kısmını tutup yukarı kaldırdım. Göğüs hizasına gelmiş kazağın çıplak bıraktığı her noktada parmaklarımı gezdirdim.

Yıllardır çalışıyor olduğu, hissedebildiğim sert kaslarından belliydi.

Sertçe göğsüne dokunduğumda ağzından çıkan bir inlemeyle dudaklarımdan ayrıldı, kazağını sıyırıp attı.

Ellerini aceleyle hala birbirine sürtünen alt tarafımıza götürdü. Önce kendininkinden, sonra benimkinden kurtuldu.

Yalnızca baksır ile kalmıştık. Mark, gözleriyle vücudumu baştan sona incelerken sırıttı.

"S*keyim. Bir ay sonunda artık bu bedenle sevişemeyecek olmak ne büyük israf!" Cümlesini bitirip dudağını baksırımın üstündeki bir noktaya bastırdı.

Ağzımdan kaçan çığlığa engel olamadım.

Ben hala bakirdim, sınırlarımın da sınırındaydım.

"Kes çeneni, hadi artık! Kafayı yiyeceğim, Mark..." Adını ağzımdan duyduğu an iyice kararan gözlerini gördüm, ve peşi sıra ikimizin de baksırlarından kurtulması yalnızca bir iki dakikasını almıştı.

Şimdiye dek hissettiklerime ek olarak hissettiğim utançla gözlerimi Mark'ın vücudundan kaçırdım. Göreceğimi görmüştüm.

Kahkahasını duydum, boğuk sesi ve iniltili hırıltıları arasında.

"Tanrım, utandın... Çok güzelsin."

Yanağımı okşadı.

"Canın acıyacak. Biliyorsun. Ve ben kibar olmayı düşünmüyorum, sınırdayım." Hala yanağımı okşarken konuştu.

Kafamı salladım.

"Tamam."

Gece boyunca beklenen an geldiğinde, onu tamamen benimle bir bütün halde hissettiğimde, minik bir çığlıkla adını haykırdım. "Mark..." Çok acımamıştı ama, adını söylemek istemiştim.

"Geçecek Haechan. Geçecek."

Hareket ediyorken omzumu öptü, kulağıma fısıldadı.

Bir süre sonra hafif olan o acı, yerini hoş bir zevke bıraktı.

Ben Mark'ın adını, o benim adımı sayıklarken gökyüzüne ulaştık.

Yere çakılmadık, bulutların üzerine uzandık.

O bana sarılıp öptü dudaklarımı, ben ona sarılıp öptüm dudaklarını.

Bir bütün olup mutluluğun kucağına sığınırken, birbirimizin kolları arasında bulutların üzerinde uyuduk.

Ben onun koynunda saklandım, kokusunu kalbime hapsettim.

O benim saçlarımı öptü, kokumu içine çekti.

Hikayemiz normal başlamamıştı.

Biz normal değildik.

Bu an normal değildi.

Umursamadık.

Bir an için olsa bile, acıyı bırakıp anadan üryan sokaklara, birbirimizin hüzün kokulu ruhunda soluklandık.

Ölüm Kapanı (MarkHyuck) ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin