Kendime dışarıdan bir üçüncü göz olarak baktığımda şaşırsam da, ben ders çalışmaktan delicesine zevk alan bir öğrenciydim.
Umursamaz, kendinden emin ve baş belası bir Slytherin profili çizerken bu tuhaf öğrenme aşkım uygun kontrast sağlamıyordu. Ama elimden gelse bana bilgi verecek her kitabı kemirecek açlığa sahiptim. Uzun saatler çalışmaktan boynum ağrıdığında geriye yaslanıp parmaklarımdan eski parşömen kokusunu duymak en büyük zevklerimdendi. Her yeni bir bilgiyi not defterlerime yazdığımda –ciltler dolusu karmakarışık defterlerim– beynimde tıkalı bir damar açılmış gibi haz duyuyordum.
Belki de bu öğrenme bağımlılığımın güç hırsımla da bağlantısı vardı. Güç; çok, çok sonrası için nihai hedefim güçlü bir büyücü olmaktı ve ben ilk basamak olan eğitimi ince eleyip sık dokuyordum.
Hogwarts'da geçirdiğim yıllar bir fırsattı, vaktimi sadece öğrenmeye ayırabileceğim tek yerdi burası. Dört yılı çoktan uçup gitmişti bile. Elbette gençliğimi yaşamak falan filan da önemliydi ama... Hayır, gençliğim bile geleceğimden önemli değil. Birinci sınıfta Hogwarts'a adım attığımdan beri tek idealim vardı: Bu okula okumak için geldim ve tam da onu yapacağım.
Gerçi hayatımın şimdiye kadar birçok kez tepetaklak olması ve sakız gibi uzayan dramalar pek yardım etmiyordu, ama en azından etrafım kitap dağlarıyla çevriliyken onları unutabiliyordum.
Beşinci sınıfın sınav kaygısı, geçen seneden bir yaş farkla üzerimize binen sorumluluklar, ergenliğin dorukları, profesörlerin baskısı, dışarıda süregelen savaş... Herkes çok gergindi. Ben bunlara ek olarak delirmek üzere olduğumdan daha da gergindim. Arkadaş ortamındaki şakalar, muhabbetler bile gitmişti; birbirimize tahammül edebildiğimiz gün şanslı sayılırdık. Havada süzülen elektrik misali insanların patlamaya hazır sihri hissediliyordu.
Mesela Barty ile başbaşayken, o odanın diğer ucunda olsa bile binlerce parça cam kırığını andıran aurası bana dokunuyordu. Benimki ona neler hissettiriyordu kim bilir?
Kütüphane gürültülü ve göz önünde geldiğinden ve boş bir sınıfa da kitap taşımak zor olduğundan çalışmak için İhtiyaç Odası'na gitmeye başlamıştık. İhtiyaç Odası'nın nerede olduğundan her uyanık Slytherin gibi uzun zamandır haberimiz vardı fakat hem Gryffindor kulesine yakın olduğundan hem de yedi kat yukarı çıkmaya üşendiğimizden daha önce girmeye yeltenmemiştik. Şimdi ise insanlardan uzak, epey konforlu geliyordu ve istediğimiz kitabı bulmamız mümkündü.
Oda, bizim için dar uzun bir salona dönüşüyordu. Kapıdan girildiğinde sağda iki berjer, yerde yumuşak bir halı ve solda upuzun bir yemek masası vardı. Karşı duvar ise kat kat kitaplıklarla kubbe biçmindeki tavana çıkıyordu, boyu yükselip alçalan bir merdiven kenarda eşlik ediyordu.
İki berjerin arasında yere çöreklenmiştim. Halı ilgimi çeken kitap dağlarıyla kaplıydı. Bir hafta sonrası için olan Antik Runlar ödevine noktayı koydum. Okumakta olduğum sözsüz büyü kitaplarından birini alıp ayaklarımı kendime çektim ve yerde büzüştüm.
"Drizella?"
Barty açılmış defterler ve boy boy parşömenlerle dolu masanın en ucunda oturuyordu. Birbirine geçmiş eklemlerimi esneterek doğrulup koltuğa oturdum. Görüş açıma girdi, kemik çerçeveli gözlüklerini takmış dikkatle okuyordu. "Efendim?"
Bakışları bir süre daha parşömende oyalandıktan sonra beni buldu, gözlerini yuvarlayıp ayağa kalktı. Aramızda neredeyse yedi metre mesafe vardı ve birimizin yürümesi gerekiyordu, ben de kıpırdamaya gönüllü değildim.
Diğer berjeri tam karşıma oturacak şekilde çekip üzerine çöktü. Dizleri dizlerime çarparken elindeki gazeteyi kucağıma bıraktı. "Ne düşünüyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Awkward Life of Drizella Blanchard
Fanfic"Siz nereye gidiyorsunuz böyle?" Regulus'la birbirimize baktık. "Slyther-out?" dedik aynı anda. Severus Snape'in bembeyaz uzun yüzünde korkutucu bir şekilde kaşları çatıldı. "Binaya puan kaybettirirseniz derilerinizi yüzmekten çekinmem." Hogwarts'da...