Vadikent, kuzey vilayetlerinin en kalabalık olanıdır. Kuzey'in en büyük şarap üreticisi olmakla beraber, skooma başta olmak üzere diğer pek çok uyuşturucunun ihracatı buradan yapılır. Şehir bir gölün üzerine kurulmuştur ve büyük çoğunluğu ahşaptır. Dar sokakları ve kalabalık caddeleri at arabalarına uygun değildir, bu sebeple ulaşım çoğunlukla kayıklarla sağlanır.
Şehrin genel yapısı, büyümesine izin vermediğinden konak sıkıntısı hiç bitmez. Bu sebeple evsizlere her yerde rastlanabilir. İşsizlikse şaşılacak derecede azdır. Öyle ya, insanoğlu istediğinde aç kalmaz. Nüfusun büyük çoğunluğu günde bir ekmekten fazlasını kazanamasa da herkesin bir uğraşı vardır. Ömrünün yedi yılını çalarak geçiren biri olarak söylüyorum, burada geçirdiğim zaman boyunca her türden insanla karşılaştım. Hayat şartları sizi şaşırtabilir belki ama çalışmayana ekmek verilmeyen bir yerdir burası. Yaşamak için zincirin bir parçası olmanız gerekir; bunun için öldürenlere, çalanlara hatta vücudunu satanlara dahi sıra dışı bakılmaz burada. Haliyle güzel şehrimizdeki diğer çocuklar gibi ben de bu zincirin bir parçası olarak doğdum.
Ama gelin şimdilik bunlardan bahsetmeyelim. Zorlu bir yaşamım oldu fakat kendimi acındırmak için anlatmıyorum bunları. Anlatıyorum, çünkü her zaman bir kahraman olmadım. İnsanlar pek çok isimle çağırdı beni; kimileri gurur vericiydi, geri kalanları ise terbiyeli insanları rahatsız edecek türden. Şimdiler de ise verdikleri isim bu: 'kahraman'. Kabul ediyorum, kahramanca sayılacak çok iş başardım. Ama unutmayın ki buraya gelinceye kadar bazen çalmak, bazen öldürmek, bazen kaçmak zorunda kaldım.
İşte size öykümü bu sebeple anlatıyorum. Beni görün, beni bilin diye. Bencillik mi ediyorum? Belki de. Şu anda sıcak evimde oturmuş, deri parşömenime bir şeyler karalıyor üstelik mürekkep sıkıntısı bile çekmiyorum. Vadikent'te ve kuzeyin geri kalanında ise kış ve açlık devam ediyor, insanlar ölüyor, hayatta kalanlarsa ölenleri kıskanacak şekilde yaşıyor.
Bir fark yaratabildim mi? Sözde on binlerin hayatını kurtardım fakat binlercesi daha, ölümden kötü şartlarda yaşıyor. Gençliğimden beri bunu düşünürüm. İlahlar insanları yarattıktan sonra ne yaptı? Onları öldürdüler. Hala da öldürüyorlar. Kimileri diğerlerinden daha önce ve daha kötü şartlarda ölse de, nihayetinde hepsi ölüyor. Yaratıcılar bu düzeni bozmuyorlarsa ben ne haddime bozuyorum? Bozamıyorlar ise ben bozmaya nasıl güç yetirebilirim? Şüphesiz ilahlar, beni bu dünyaya bir fark yaratmak için getirdi. Fakat ne yaparsak yapalım, ölüm ve acı, yaşadığımız dünyanın bir parçası. Bunu kabulleneli çok oldu.
Sizi felsefi metinlere boğmak istemem, fakat bunlar benim yaşamımı ve yaşayışımı anlamanız için çok önemli. İnsanlar hep bir kuzeyli için fazla zeki, genç biri içinse çok düşündüğümü söylerdi. Kör ihtiyar Ulfr ise sadece çok konuştuğumu... Haksız da sayılmaz.
Daha önce büyü, simya, kılıç teknikleri gibi pekçok alanda kitaplar yazdım. Hatta kıtanın mevcut siyasi ve politik durumuyla ilgili eserlerim bile var. Fakat ilk defa kendim hakkında bu kadar konuşacağım, bu sebeple bu kitabın benim için özel bir anlamı var.
Yaşamımdan pişmanlık duymuyorum. Kadere inanırım ve bazı şeylerin, başka türlü olamayacağını düşünürüm. Son yarım asırda tüm kıta çok şey yaşadı ve abartmadan söyleyebilirim ki, yaşananların hemen hepsinde benim de payım vardır. Yani isteyin ya da istemeyin, kıtanın tarihini ben olmadan okuyamazsınız. Bu kitapta yalnızca gerçekleri yazacak ve olayların arkasında yaşananları anlatacağım. Fakat unutmayın ki bu bir tarih kitabı değil, bir otobiyografi. Yaşamımın her kırıntısı kıtayı ilgilendirmek zorunda değil, lütfen bunu göz önünde bulundurarak okuyun. Nihayetinde benim hakkımda varacağınız yargı tamamen sizlere kalmış.
BöylelikleKuzeyin Ejderi, sözde kahramanınızın hikayesi başlıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kadim Tomarlar
FantasySize " Ejderdoğan Kehaneti" olarak bilinen şeyle veda ediyorum. Söylenenlere göre bu kehanetin aslı bir Kadim Tomar'a dayanmaktadır ama bazıları metni Akaviri'ye mal eder. Çoğu bu kehaneti çözmeyi denemiştir ve bazıları inanmaktadır ki sözü edilen a...