Bölüm 10

1.1K 48 3
                                    


              Kali olduğu yerde donup kalmıştı. Panikten ve korkudan konuşamıyordu. Birileri prensi zehirlemek istemişti fakat suç onun üstüne kalmıştı. Çaresizce prense bakarken kendini anlatmaya çalışıyordu ama çabaları faydasızdı. Prens zaten onun ajan olduğundan şüpheleniyordu.

"Yemin ederim ben yapmadım." diye zorlukla konuşabildi. Nikalmati peşine askerleri takarak gelmişti. Murşili ve Zannanza kaşları çatık bir şekilde ona dönmüşlerdi. 

"Hapishaneye götürün. Bizzat kendim sorgulayacağım." dedi Zannanza tereddüt etmeden ve saraya doğru yürümeye başladı. İki asker vakit kaybetmeden Kumsal'ı iki kolundan tutarak sürüklemeye başladılar. Kumsal ise ağlamaktan başka bir şey yapamıyordu. En son hatırladığı şey Nikalmati'nin ifadesiz yüzü ve Murşili'nin kızgın bakışlarıydı.

           Gözlerini tekrar açtığında kendini soğuk taş zeminin üstünde buldu. Gece soğuktu ve taş zemin de pek yardımcı olmuyordu. Kumsal idam edilmeden önce burada soğuktan öleceğini düşündü. Elleriyle kollarını sıvazlayarak ısınmaya çalıştı ama nafileydi. Soğuktan dudakları titremeye başlamıştı. Olanları düşünmek istiyordu ama o kadar soğuktu ki aklını toparlayamıyordu. Her şey bitmişti. Neden buraya geldiğini zaten bilmiyordu ama daha fazla yaşamayacağı kesindi. Burada ölürse kendi dünyasına dönebilir miydi? Gözleri tekrar dolmaya başladı. Cevabını bulamadığı o kadar çok soru vardı ki bu sorular delirmesine neden olabilirdi. Dizlerini kendine çekti ve kollarını etrafına sardı. Kafasını da kollarına dayayarak az da olsa ısınmaya çalıştı. Birkaç dakika geçmemişti ki duyduğu ayak sesleriyle kafasını kaldırdı. Demir parmaklıkların arkasında birkaç zayıf meşalenin aydınlattığı koridora gözlerini dikti. Önce zayıf gölgeler belirmişti ardından da gölgelerin sahipleri. Prens Zannanza ve arkasında daha önce şenlikte gördüğü yüzü yaralı adam vardı. İçini korku ve hüzün kapladı. Gözleri dolunca tekrar kafasını kollarının arasına gömdü. Prensin ona güvenmesini istiyordu.

       Anahtarın çıkardığı sesle tekrar kafasını kaldırdı. Demir parmaklıklı kapı rahatsız edici bir gıcırtıyla açıldı. Yalnızca prens Zannanza içeri girdi. Diğer adam ise arkasını dönüp onlardan uzaklaşmıştı. Garip bir şekilde prensi görmek onu rahatlatmıştı. Üstelik yalnız gelmişti. Belki de  prens ona inanıyordu?

"Yüzüme bak." dedi oldukça sakin bir sesle prens. Kumsal nasıl göründüğünü bilmiyordu ama güzel olmadığı kesindi. Elleriyle gözyaşlarını sildi ve gözlerini yere dikerek kafasını kaldırdı. Fakat prensin sağ elini yüzüne koymasıyla gözlerini istemsizce prensin yüzüne dikmişti.

"Buz gibi olmuşsun." dedi adam yine aynı sakinlikle. Bu sakinlik Kumsal'ın kafasını karıştırmıştı.

"Ben yapmadım. Yemin ederim. Asla size ihanet etmedim." dedi son kalan enerjisi ile kız. Prens Zannanza ise üzüntüyle kıza bakmıştı. İçinden bir ses ısrarla ona inanmasını söylerken diğer tarafı kimseye güvenmemesi gerektiğini söylüyordu. 

"Bu konuyu iyice araştıracağım. Bu olayla ilgin olmadığına eminsin değil mi?" dedi adam elini kızın yüzünden çekerken. Kız ise hıçkırıklarını tutup nefes almaya çalışıyordu. Prens tam gidecekken gömleğinin eteğini yakaladı. Prens şaşkınca olduğu yerde kaldı ve tekrar eğildi.

"Dinliyorum. Sakin ol ve bana söyle. Kim senden bunu yapmanı istedi?" dedi adam sanki küçük bir çocukla konuşuyordu.

"Ben yapmadım. Sizin isteğiniz üzerine mutfağa gittim. Şummiri de oradaydı. Sizin yemek istediğinizi söyledim. Şummiri kızlardan birine emir verdi. Daha sonra ben Şummiri ile konuşmak için koridora çıktım. Yemin ederim bildiklerim bu kadar. Sonra yemeğinizi alıp size getirdim." dedi tüm gücünü kullanarak daha sonra hıçkırıklara boğularak ağlamaya devam etti. Prens derin bir iç çekerek ayağa kalktı. Kumsal buğulu gözleri ile etrafı görememişti ama kilit sesini duymuştu. Daha sonra da uzaklaşan ayak seslerini.

          Ertesi sabah kalktığında artık üşümediğini fark etti. Ölmüş müydü? Yavaşça gözlerini açtı. Hala aynı yerde, zindandaydı ama üstünde kalın battaniyeler vardı. Yavaşça taş zeminden kalktı ve üzerindeki battaniyelere baktı. Üç battaniye üst üste olacak şekilde üstüne örtülmüştü. Ayağa kalktı ve göreceli olarak daha kalın olan battaniyeyi üç kere katlayarak yere serdi. Üstüne oturduktan sonra diğer iki battaniyeyi üst üste sarındı. En azından artık taştan daha az soğuk geliyordu ama kendini bir garip hissediyordu. Halsizdi. Kolları ve bacakları sürekli sızlıyor ve gözlerini açık tutmaktan zorlanıyordu. Oturmaktansa yatmanın daha iyi olacağını düşünerek uzandı ve yeri izledi. Acaba dışarıda neler oluyordu? Bu battaniyeyi prens Zannanza mı göndermişti? Soruların listesi böyle uzayıp gidiyordu ve kesinlikle hiçbir yararı yoktu. Gözlerini kapatıp dinlenmeye karar verdi.

         Demir kapının sesini duymuştu. Bilinci açıktı ama gözlerini açamıyordu. Vücudu hem sızlıyor hem de yanıyordu. Yerden havalandığını hissetti. Birisi onu taşıyordu. Gözlerini tekrar tekrar açmayı denedi ama vazgeçip uyumak daha tatlı geliyordu. Kumsal da daha fazla direnmedi ve gözlerini kapattı. Keşke hep böyle uyuyabilseydi. Sessiz, sakin ve huzurlu karanlığın içinde. Hiçbir şey hissetmeden ve rahatsız edilmeden. Ruhu huzuru bulabilirdi.

        Gözlerini yavaşça araladığında hissettiği tatlı yorgunluğu umursamadan hızla doğrulmaya çalıştı. Etrafına bakınınca hayal kırıklığına uğradı. Hala Hattuşaş'taydı. Odasındaydı ama kimse yoktu. Derin bir iç çekip battaniyeye sarılarak tekrar yattı. Neler olmuştu, nasıl kurtulmuştu bilmiyordu ama tek düşünebildiği şey uykuydu.

      Tekrar uyandığında alnında ıslak bir bez vardı. Gözlerini yavaşça açınca ona şaşkınlıkla bakan Şummiri'yi gördü. Kadının gözleri hemen dolmaya başlamıştı.

"Şükürler olsun Fırtına Tanrısı Teşup'a! " dedi ve ağlayarak Kumsal'a sarıldı. Kumsal o kadar yorgun hissediyordu ki kolunu bile kıpırdatamıyordu.

"Ben neden buradayım?" dedi konuşmakta zorlanarak.

"Uzun bir hikaye. Dinlen sonra anlatırım." dedi yaşlı kadın.

"Lütfen." dedi Kumsal. Meraktan ölebilirdi.

         Şummiri sakince ve olabildiğince yavaş bir şekilde olanları açıklamıştı. Kumsal zindana atıldıktan sonra prens ortalığı ayağa kaldırmıştı. Önce Kumsal'ın odasını aramışlardı ama bir şey bulamamışlardı. Hizmetçilerin kullandığı odalar talan edilmişti ama hiçbir şey bulunamamıştı. Daha sonra prens zindana gitmişti. Döndüğünde mutfakta çalışan herkesi tek tek sorguya çekmişti. Şummiri de bu sorguya dahildi. Çoğu kişi Kumsal'ın dediklerini onaylamış ve onun Şummiri ile koridorda gördüklerini söylemişlerdi. Geri kalan kısım ise kendi işleri ile uğraştıkları için hiçbir şey görmemişlerdi fakat bu kızlardan birisi o kadar şüpheli görünmüştü ki prens onu tekrar sorgulamıştı. Daha sonra prensten korkan kız gördüğü her şeyi anlatmıştı.

       Şummiri, yemeği hazırlaması için Asnu adında bir kızı görevlendirmişti. Daha sonra Şummiri ve Kali koridora çıkmışlardı. Daha sonra itirafçı kız, Asnu'nun et yemeğinin suyuna bir şeyler döktüğünü görmüştü ama suçlanma korkusu ile başta bir şey söylememişti. Daha sonra Asnu denilen kız yakalanıp sorgulanınca o da Nikalmati'nin adını vermişti. Bunun üzerine daha da sinirlenen prens Nikalmati ve Asnu'yu yüzleştirmiş fakat ikisi de birbirini suçlayınca ikisi de zindana atılmıştı. Tabii ki Kali'nin yani Kumsal'ın suçsuz olduğu ortaya çıkmıştı.

"Olaya kral dahil olmadan aklandığın için o kadar mutluyum ki kızım." dedi yaşlı kadın kızın elini tutarak. Kumsal ise hafifçe gülümsemekle yetindi. Yaşlı kadın kızın alnındaki bezi yenisiyle değiştirdikten sonra odadan ayrıldı. Sonunda Kumsal biraz daha iyiydi ve olanlar hakkında düşünme fırsatı bulabilmişti. Madem Nikalmati de bu işin içindeydi neden gelip prensi uyarmıştı? Kali'nin ortadan kaybolmasını kim isterdi ki? Sonuçta o sadece bir köleydi.

        Kapısının yavaşça açıldığını duyunca yavaşça doğruldu. Şummiri olmalı diye düşündü ama gelen Zidanta idi.

KaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin