Yaprakları yaz kurutur

102 7 30
                                    

"Bunlar var ama bunlar yok" bölümünü okumuş muydunuz?



Ertesi gün okula gittiğimde yürüyen bir cenazeye benziyordum. Bütün gece Burcu'ya mesaj atıp atmamayı düşünmüş ancak kendimde o cesareti bulamamıştım. Cevabından korktuğumuz soruları sormazdık. Bu da öyle bir durumdu işte.

Dershanede etütlere katılmış ama hiçbir dersi dinlememiştim. Burcu'yu sınıfında göremeyince şüphe bir böcek gibi beni kemirmeye başladı. Defterime not alır gibi yapıp sağı solu karalamış, göze batmadan iki dersi de bitirip soru çözümüne kalmadan çıktmıştım.Normalde deniz kenarından, sallana sallana, eve giderdim ancak hiçbir şeye enerjim yoktu. Galiba ilk defa dershaneden eve otobüsle dönüyordum. Telefon yol boyunca elimdeydi, sanki Burcu bir şey yazarsa göremezmişim gibi sıkı sıkı tutuyordum.

Eve geldiğimde zili çalmadan anahtarımla içeri girdim, odama gidip üniformamı çıkarttım. Üstümdekileri çalışma sandalyeme atıp rahat bir şeyler giydim. Vücudumda mevcut olan tüm ATP'leri böylece harcamıştım. Yatağa oturduğumda yemeğe gidesim gelmemişti. Zaten sonrasında da bunun için kimse beni uyarmaya da gelmemişti.

Kulaklıklarımı takıp, yatağıma sırtüstü uzanmış ve ihtimalleri kafamda değerlendirmiştim. Ve hiçbiri ferah yollardan geçmiyor, sonu denize çıkmıyordu. Dersten çıktığımdan beri göğsümde duran o ağırlık mümkünmüş gibi daha da artmıştı. Nefes alamayacak gibi hissettiğimde hasta olmayı göze alıp odamın penceresini açtım. İçim üşüyordu nasılsa, dışım üşüse ne fark ederdi?

Sabah titreyerek uyandığımdaysa şifayı kaptığımdan emindim. Alarmın çalmasına beş dakika vardı. Yataktan çıkıp hazırlanmak ışık yılı uzakta gibi görünse de kendimi buna zorladım.

Gerçeklerden kaçamazdım ve ailem dönemin başında devamsızlık yaptığımı öğrenirse "Biz sen oku diye nelere katlanıyoruz!" nutuğuna maruz kalacaktım. Gerçeğin acısı bu nutuktan daha cazip geldi.

Gözlerim hala kapalıyken kalkıp hazırlandım. Kapının yanına bıraktığım çantama bir iki test kitabı ve kalemliğimi attım. Üniformamı giydikten sonra kapüşonlu, uzun kollu hırkamı da giyip ceplerinden birine otobüs kartımı ve anahtarımı diğerine de telefonumu attım. Kulaklığımı elime aldığımda belli belirsiz gülümsedim. Kulaklığı bileğime bağlayıp ayakkabılarımı giydim ve kapıyı çektim.

Otobüs durağına giderken, durakta beklerken, yolda, nefes alırken, müzik dinlerken, nefes verirken aklımın tamamı onunla doluydu; Ulaş'la. Dün çıkışta sınıfta ne kadar oyalansam da onların buluşup buluşmadığını görememiştim. Burcu'ya soramamıştım. Buluşmuşlar mıydı? Ne konuşmuşlardı? Hapşırırken kafamı otobüs camına vurduğumda okul durağına yaklaştığımızı fark ettim. Birkaç otobüs önümüzde dizilmişti. Burnum hapşıracakmışım gibi kaşınırken otobüsten indim.

Başlayışında hayır olmayan günün sonu nasıl gelecekti bilmiyordum, bu düşünceyle omuzlarımı düştü. Ağır adımlarla okula doğru yürüdüm. Ayaklarım geri geri gidiyordu, sınıfa çıkabilecek gibi hissetmiyordum. Kantine girip kendime kahve aldım ve henüz boş olan cam kenarındaki masalardan birine oturdum.

Yol boyunca aklımın içinde tepinen düşünceler yüzünden müzik dinleyememiştim. Bileğimdeki kulaklığıma bakıp yine belli belirsiz gülümsedim. Bunu, kulaklığımı bileğime bağlamayı, arkadaşım öğretmişti. Ailesinin işi dolayısıyla biz dokuzuncu sınıftayken taşınmışlardı ve inatla kendine bir telefon almadığı için mesajlaşamıyorduk. Sadece bazı akşamlar internetten yazışıyor, hafta sonlarında da dershane saatlerine göre evden arayabiliyorduk.

Kulaklığımı takıp başımı duvara yasladım, böylece kenardan deniz manzarasını görebilecektim. Rastgele bir şarkı açıp kahvemi elime aldım. Kahvemden aldığım yudumla şarkının sözleri başladığında aklım bana bir oyun oynadı ve dün koridordaki konuşmamız canlandı birden gözümün önünde.

GönülçelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin