2012, İngiltere, Londra
Saatlerdir karşımdaki kasvetli manzarayı izliyordum. Bana sunabileceği en ihtişamlı manzarayı sunan yerde, bir bankta oturmuş sessiz sessiz acıma ortaklık etmesine izin veriyordum şehrin. Londra ağlıyordu bugün. Her zamanki gibi değildi bu ağlayışı, her zamanki gibi dökmüyordu gözyaşlarını. İçli içli ağlıyordu, kara bulutlarını salmıştı gökyüzüne, gökyüzü bile en acıklı tabloydu bugün özünde. Nefes almadan, gözyaşlarını bir kez olsun elinin tersiyle silmeye kalkmadan, hıçkırıkları olan gök gürültülerini üstümüze salmayı umursamadan ağlıyordu.
Ağlıyordu, tıpkı benim yaptığım gibi.
Ancak onun ağlayışı benimkine kıyasla daha cesurdu. Sesini çıkarıyordu çünkü, haykırıyordu korkmadan. Gösteriyordu içindeki taşıyamadığı acıyı, gram utanmadan. Benim aksime.
Ben ağlamak için bile onu bekliyordum. Bekliyordum ki o ağlasın, sonra ben ağlayayım. Ancak önce mutlaka o ağlasın ki kimse görmesin benim ağlayışlarımı, kimse duymasın sesimi, kimse tanıklık etmesin çaresizliğime. Londra ağlasın ki ben de haykırayım sessizce.
Şayet öyle de yapıyordum. Onun ağlayışlarına ortak oluyor, onu ağlayışlarıma ortak ediyordum. Bir süredir ağlıyorduk. Ne kadardı o bir süre, inanın, bilmiyorum; belki bir insan ömrü kadar uzundu, belki daha bir günü deviremeyecek kadar kısa. Tek bildiğim acı çektiğimizdi. Gözlerim önünde her bir sokağına aşık olduğum şehir varken, gözlerinin önünde ona defalarca aşkını haykırmış, hala savunmasız çocuk olarak kalmış adam varken acı çektiğimizdi.
Benim ilk aşkım, Londraydı.
Benim Paris'im, benim Mona Lisa'm, benim Eros'um.
Hepsi, istisnasız hepsi Londra'ydı.
Sırf bu yüzdendi benim için döktüğüne inandığım şiddetli gözyaşları. Acıma ortak etmiştim onu da. Bana göre sonsuza kadar sürecek olan acıma şahitti.
Belki biraz da gideceğime ağlıyordu.
Evet, gidecektim. Önceden de birkaç kez yaptığım gibi onu bırakıp gidecektim. Bu ona ilk vedam değildi, elbet. Ancak en kötü vedam olduğundan emindim.
Gidecektim işte. Kararlıydım bunda. Geldiğinden beridir çıt çıkarmadan arkamda durmuş, beni izleyen adamın elini tutacak ve ilk aşkımdan bu kez vazgeçerek gidecektim. Biliyordum ki izleri benden hiçbir zaman silinmeyecekti. Ancak yine biliyordum ki benim izlerimi ondan silen çok olacaktı. Belki yine küçük bir oğlan çocuğu gelecekti, yine küçük yaşlarda babasının elinden tutarak aşkımın sokaklarını gezip sıra sıra hepsine aşık olacaktı. Sonra o oğlan çocuğu tıpkı benim gibi aşkını içinde tutamayıp haykıracaktı, Londra'ya sevgisini itiraf edecekti. İşte o zaman ilk aşkım beni unutacak, onun kollarına atacaktı kendini. Biliyordum. Çünkü ben de başka birisinden sonra gelen bir oğlan çocuğu olmuştum, farkındaydım.
İşte sırf bu yüzden, birazdan kalkıp bu bankı terk ettiğim zaman tüm kederlerimi de burada bırakacaktım. Ayağa kalkıp beni sessizce bekleyen o adama, o oğlan çocuğuna elimi uzattığımda, bana Londra'dan kalacak yegane şey olan o kişi ellerimi tuttuğunda tüm tereddütlerim yok olacak, ben kendimi acılarımın kentinden ayrılırken bulacaktım. Bundan emindim, çünkü beni ilk kurtarışı değildi. İlk defa değildi kendi yaralı elleriyle yaralarımı sarması. İlk değildi bana elini uzatması.
Bilirdim ben, kaç kere düşersem o kadar çok uzatırdı elini. Kaç kere çökersem o kadar çok dayanak olurdu bana. Kaç kere parçalanırsam o kadar çok toparlardı beni. Bilirdim ben, koşulsuz şartsız tutardı elimi. Soru sormaz, tereddüt etmez, yanımda olmaktan bıkmazdı. Muhtaç olduğumu bilirdi, onsuz nefes alamayacağımı bilirdi. Farkındaydı elimde kalan tek değerli varlığımın kendisi olduğunun. Sırf bu yüzden bile, sırtını çevirmezdi bana.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stop the world, i wanna be with you forever
Fanfictionyazan: skylovetaekook prompt sahibi: luficent "Hayal et, hayatının ve varlığının sonuna dek beraber olacağız. Hayal et, nerede olursak olalım ısınabileceğiz. Hayal et, tüm bu zorlukların sonunda bir çiçek gibi açabileceğiz. Hayal et, sonunda başa...