7. Sanat ve onun hayranı

98 10 2
                                    

2015, İtalya, Milano

Pekâlâ, şunu dürüstçe kabul edebilirim ki, ben hayatım boyunca ailemin isteğiyle şekillenen birisi olmuştum. Onların istediği gibi kendimi değiştirmiştim ve şimdiye kadar bundan pişman da olduğum olmamıştı. Fakat son zamanlarda yaşadığım şeyler bana açıkça göstermişti ki, kendim ve sevdiklerim hakkında bilgim pek fazla değildi. Kendimi o kadar ailemi mutlu edecek şekilde yaratmaya odaklanmıştım ki, Taehyung da olmasa, onunla kurduğumuz hayaller çocukluğumu süslemese kendime ait hiçbir özelliğim olmayacaktı.

Dediğim gibi, bunu yaptığım için pişman değildim. Hatta normalden erken kaybettiğim ailem yüzünden düşünüyordum ki, iyi ki böyle yapmıştım. En azından yeterince sürmeyen aile yaşantımız boyunca onları mutlu edecek bir evlat olmuştum ve bu açıdan bir pişmanlığım yoktu.

Fakat şimdilerde yeni yeni o kalıptan ayrılabildiğim için kendimde fark ettiğim ayrıntılar beni fazlasıyla şaşırtıyordu. En basit örneğine bakarsak, şu seyahat işi ve şu an bulunduğumuz ülke sayesinde anlamıştım ki, ben sanata karşı büyük bir açlık duyuyordum. Meğerse, aslında kabul görmek için gece gündüz çalıştığım o üniversite bile, ailemin orayı çocukluğumdan beri fazlaca övmesi ve beni o alanda başarılı birisi olarak görmek istemelerinden ileri geliyormuş. Bu yüzden oradan vazgeçmem bu kadar çabuk ve kolay olmuştu.

Seyahate çıktığımızdan beri internette çeşit çeşit gezi blogları takip ediyor, profesyonel fotoğrafçıların tek bir gönderisini bile kaçırmamaya dikkat ediyordum. Kendi zevkim ortaya çıkmıştı, fotoğraflara ve onlarla yarattıkları sanata aşık birine dönüşü vermiştim. Bu yüzden sanatın göbeğine yaptığımız seyahatte bu fırsatı değerlendirmek istemiştim. İyice kendimi geliştirmek, kendim olmak, kendi zevklerimi bulmuş olmanın yarattığı açlığı yatıştırmak istiyordum. İçimde hiç eksilmeyecek kadar büyük bir arzu baş kaldırmıştı, bazen bunun anlık olduğunu ve sönüp gideceğini bana düşündürse bile, sürekli büyüyen bir aleve sahip olduğundan bu düşünceyi hızla geri plana atmama neden oluyordu. Sanata açtım, en çok da kendi imkanlarımla yapabileceğim sanata açtım.

Bu yüzden Milano'ya geldiğimizde gezmeye ve annemi aramanın yanı sıra yeni bir maceraya atılmaya da hayır dememiştim. Taehyung'la birlikte onun ailesinin yaptığı küçük maddi yardım sayesinde İtalya'nın en gözde sanat akademilerinden birine yazılmıştık.

Evet, yine yanımda Taehyung vardı. Fakat bu, benimle her yere sürüklenme mecburiyeti hissettiğinden değildi. Tam aksine, onun sanat aşkının yanında benimkinin bir hiç olmasından kaynaklıydı. Zira Kim Taehyung benim aksime, önceler de kendini ve zevklerini, isteklerini sorgulayan birisi olmuştu. Ailesinin ona tanıdığı uçsuz bucaksız özgürlük, bana kalırsa umursamazlık, sayesinde isteklerini asla geri plana atan birisi olmamıştı. O an kafasına ne esiyorsa onu denemişti; mesela sabah uyandı ve resim mi yapmak istiyor? Gün tepeye gelene kadar resim malzemeleri alıp işe koyuluyordu. Profesyonel olmasına gerek yoktu, açlığını doyuruyordu. Ertesi sabah uyandığında tiyatroya mı gitmek istiyordu? Akşamına tiyatroda olurdu. Sonraki gün onu bir rock grubu konserinde, Van Gogh sergisinde, gay barda, kitap kulübünde, rap konserinde, klasik müzik dinleyen bir grupta, ormanda çevreyi koruma derneğinde veya tamamen farklı bir yerde görebilirdiniz. Kafasına estiği gibi yaşardı, ana bağlıydı ve her şeyin tadına bakmak istiyordu. Bu yüzden benden daha bilgili, daha rahat ve daha sanat aşığıydı.

Ben onun yanında büyüsem, her anım onunla geçse bile tamamen farklı yetişmiştik. Zevklerimiz de tamamen farklıydı. O klasik müzik dinliyorsa, ben pop dinlerdim. O resim çiziyorsa, ben spor yapardım. O şık giyiniyorsa, ben aklıma estiği gibi karma karışık giyinirdim. Kısacası ben siyah beyazdım, fakat Kim Taehyung rengarenkti.

stop the world, i wanna be with you foreverHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin