Elise, Hüso'nun akşam yemeğine kalması için ısrar etti. Hüso arkadaşlarından içinden özür dileyerek teklifi kabul etti. Zaten çok geçmeden yemek hazır olmuştu. Tahtadan masanın etrafına geçtiler. Zeplindekine göre çok zengin bir sofra değildi. Şu anda arkadaşları patlıcan kebabı yapmış yiyorlardı hatta. Ama evde sadece patates salatası vardı. İki kardeş ve anneleri yemeği yemeye başlamadan önce dua ettiler. Hüso onların başlamalarını bekledi. Anne sordu.
-Şehirde yemekten önce dua eder misiniz?
-Bazıları eder.
-Haa.
Elise yemeğe ilk başlamıştı. Annesi onun bacağını çimdikledi. Hüso fark etti ama belli etmedi. Yemeğe o da başladı. Hüso hiç konuşmuyordu, daha çok düşünceliydi. Bunun aylar önce yaptığı o köy gezisi gibi lanetli olmayacağını umarak yemeğine devam ediyordu. Bu sefer mutlu bitmesini istiyordu her ne olacaksa olsun. Elise'in insanların bir şeyi merak etmemesini garipsemesi annesinden aldığı bir huy olmalıydı. Anne, Hüso'nun onun kocasının olup olmadığını merak edip etmediğini düşünüyordu. Hüso bunu merak etmişti tabiki fakat sormamıştı. Fakat daha sonra hiç kimse konuşmayınca Hüso sordu.
-Eşiniz, eşiniz iyiler mi?
Kadın "Sorduğuna sevindim." der gibi bir ifade yaptı. Ve cevap verdi.
-Kocam yıllar önce vefat etti. O zamandan beri bu çocuklarla tek başıma ben ilgilendim.
-Hmm. Zor olmalı.
-Zor tabi. Umarım kızım size yolda rahatsızlık vermemiştir. Bütün yükü size taşıtmış hem.
Hüso gülümsedi. Hiç böyle ufak durumlarda söylenecek biri değildi artık.
-Hayır. Hiç sıkıntı yok. Hem beni yemeğe davet ettiniz. Bu arada ellerinize sağlık, gerçekten güzel olmuş.
-Haha, yapma be. Şehirde neler yemişsinizdir.
-Yok, gerçekten şehirde her yemek yok.
Hüso üstündeki kıyafetten dolayı şehirli damgası yemişti. Büyüdüğü yer şehirdi ama. Bir iki saat sonra hava karardı. Bu vakte kadar Hüso şehri anlatmıştı. Tabi hiç kafadan atma bilgi vermemişti. Elise de annesinin yanında çok sakin duruyordu. O hayata kararlılıkla baktığı kadar dalga geçerek bakan gözler gitmişti. Akşam mum yaktılar. Anneleri tam Hüso'ya kalacak yeri yoksa bu gece burada kalmasını teklif edecekken kapı çaldı. Kapıda Hüso gibi "şehirli" bir genç vardı. Hüso'ya biraz benziyordu, yapısı olsun, saçları olsun. Bu İbo'ydu.
-İyi akşamlar, efendim. Kardeşim burada misafiriniz olmalı.
Kadın ilk başta güvenlikten bu saatte nasıl geçtiğini merak etti. Sonra İbo'nun yüzüne daha dikkatli bakınca kimsenin bu çocuğu güvenilmez biri olarak görmeyeceğini anladı. Güleryüzlülüğune güleryüzlülükle karşılık verdi.
-Kardeşiniz Hüso buradalar.
-Güzel. Teşekkür ederim.
Hüso içerden geldi.
-Kalacak bir yer buldun mu, kardeşim?
İbo, Hüso'nun bu sorusuna şaşırmadı bile. Hemen neler döndüğünü anladı. "Yeni bir macera demek."
-Buldum.
İbo kadına gülümsedi.
-Onunla ilgilendiğiniz için teşekkür ederim. Tanrı bu iyiliğinizi karşılıksız bırakmasın.
Anne arkasına dönüp içeri bağırdı.
-Elise, müzisyen beyefendiye bir sepet hazırla kızım.
-Tamaam.
Elise oturduğu yerden kalktı. Sonra Hüso'nun dikkatini çekmek için parmaklarının ucundan alev çıkardı. Hüso da içeri girdi.
-Ben hazırlanayım.
İbo da kadınla bir sohbet başlattı. Her türlü insanla anlaşabilirdi. Elise, Hüso'ya fısıldadı.
-Şşt. Nerede kalacaksınız?
-Bilmiyorum.
Elise biraz düşündü. Sonra aklına fikir gelince sevindi.
-Gece pencerenin altına gel. Tarlanın olduğu tarafta güvenlik yok. Biraz uzun olacak ama. N'olur.
-Tamam.
Elise yine şaşırmıştı.
-Neden hemen bana yardım etmeyi kabul ettin? Neden her dediğimi yapıyorsun?
Elise'in gözlerinde bu sefer bir suçluluk duygusu vardı. Endişeyle Hüso'nun üstüne gelmişti. Hüso sevdiği kızdan ve arkadaşlarından ayrıldığından beri asla hissetmediği gibi hissetmişti. Birazdan söyleyeceği gibi bir şeyi hayatında bir daha söyleyebilecek oluşu asla aklına gelmezdi. Hüso onu rahatlatıcı bir şekilde gülümsedi.
-Senin prensinim çünkü.
Kızın bir an nefesi kesilmişti. Sonra hemen sepeti topladı. Hüso'nun yüzüne bakmaktan kaçınıyordu. Hüso sepeti alıp kapıya yöneldi. "Bekliyor olacağım, prensim." diyememişti. Mutlu olmuştu. Planını ona anlatmak için sabırsızlanıyordu.
.......
Hüso ve İbo şükranlarını sunarak oradan ayrıldılar. Hüso ilk soruyu sordu.
-Nerede kalacağız?
-Zeplinde. Yoksa başka bir yerde mi kalmak istiyorsun? Maceramız için.
Hüso, İbo'nun bu istekli halini görünce sevindi.
-Evet. Kız bana buralarda terk edilmiş bir köy olduğundan bahsetti. Zeplini kentin yakınlarında bırakalım. Oraya bir bakalım. Olmazsa kentte kalırız.
İbo ile Hüso o köyü buldular. Hiç de terkedilmiş değildi. Zaten Elise öyle de dememişti. Hüso'nun algısı onu buna inanmaya zorlamıştı. Köy çok benzer bir köydü. Evlerin şekli aynıydı fakat yüksek yapılar da vardı. Gece kalacak bir yer bakacaklardı fakat herkes evlerine girmişti bile. Biri hariç.
-Hey gençler, kalacak bir yer mi bakıyorsunuz?
İbo şanslı olduğunu bir kez daha hissetmenin sevinciyle cevap verdi.
-Evet amca. Söyle, nerede kalabilir bu genç dostların?
Yaşlı adam gülümsedi.
-Şu ilerdeki küçük klübeyi görüyor musunuz, heh işte orada. Ama dikkat edin, orası bir cadı tarafından lanetlenmiştir. Korkmayacaksanız orada kalın, kahramanlar.
-Sana teşekkür ederim.
Adam elini göğsüne götürdü ve ricasını etti. Hüso ve İbo'nun şimdilik kalacakları ev o kadar da korkunç değildi. Elise neler planlıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AdventureBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...