Gguk, Gguk, Gguk

7 4 3
                                    

"3, 2" onun tamamlamasına fırsat vermeden gülerek koşmaya başladım.

"Hey! Seni oyun bozan!"

Kesinlikle hızlı koşuyordu ve aniden önüme geçmişti. Çocuk gibi somurturken ona söyleniyordum ve o her defasında daha çok gülüyordu. Tam denize varmak üzereyken kumların denize olan ince kıyısı üzerinden devam etmeye başlamıştı.

"Hey! Neden suya girmedin?"

"Belki beni yakalayabilirsin diye ikinci bir şans vermek istedim! Şu kumdan kaleye kadar" eliyle yaklaşık 100 metre ötemizdeki suyun dibinde bulunan kumdan kaleyi göstermişti "oraya kadar sana şans veriyorum bayım!"

"Keşke ayakkabımı alsaydım, kafana fırlatırdım! Küçümseme beni!" hırs yapıp daha hızlı koştuğumda bana bakıp çocuksu hırsıma gülmüştü. Dudakları aralanmış ve güzel dişlerini göstererek kıkırdamıştı. Anlık yönüm şaşmıştı sanki. Yutkunarak gözlerimi kırpıştırdım. Dikkatimi dağıtmak için bilerek mi yapıyordu? Bilerek mi böyle gülümsüyordu bana? Kalbime girebilmesi için aklımı mı çelmeye çalışıyordu? Bir siren kadar güzeldi. Alımlı parlak kuyruğu ve pulları yoktu ama mükemmel dalgalı saçları ve esmer pürüssüz bir teni vardı. Beni kandırıp inine çekiyordu göz göre göre. Âdeta gel diyordu. Gel ve seni sıradaki kurbanım yapmama izin ver. Gel ve seni parçalamama izin ver. Hayatıma gir ve senin parçalarını birleştirmeme izin ver.

Ve ben de seve seve inine giriyordum.

Düşüncelerim arasında kumdan kaleye oldukça yaklaşmış olduğumuzu fark ettim. O önümdeydi. Hırsımı bir kenara bırakmış ve andan keyif almaya başlamıştım. Başından beri oldukça keyifliydi ama gözüm biraz kararmış olabilirdi. Sadece biraz...

Tam suya girecekken elini uzatmış ve bileğimi kibarca kavrayarak beni yanına çektiğinde yemin olsunki nefesimi de kaybetmiştim, yönümü de. Nefesimi nasıl aldığımı unutmuş gibi ciğerime hapsetmiştim.

Aynı anda suya adım atmıştık. Yüzüne bakıp da oyun bozan diye bağırmak, kaçmak ve ondan uzak kalmak istiyordum. Ama onu tutup sarmalamak, mor göz altlarını okşamak ve o güzel ellerini ellerime alıp okşamak da istiyordum. Böylesine uçta olan düşüncelerimi ilk defa fark ediyordum. Kendime olan şaşkınlığımla daha da dumura uğramıştım.

"Sen" dedi derin bir nefes alıp soluklanırken. Bileğimi bırakmamıştı fakat sanki çekmek istersem diye de bana şans tanıyarak gevşetmişti. "Sen oyun bozancılık yaparsan, bende yaparım. Sadece ben kazanırsam bu ufak yarışı, daha büyük yarışlarda ne yaparız?"

İri gözlerime doğruca bakıyordu. Çıplak ayaklarımdan pantolonumun bileklerine kadar uğrayan ufak dalgaları sadece meltem kadar yumuşak hissediyordum. Hissetmiyor da olabilirdim.

"Daha büyük yarışlarda da beni böyle yanına çekemez misin, hyung?" ikimiz de aynı anda yutkunmuştuk. Gözüm anlık adem elmasına kayarken ne olduğumun bilincinden çıkmıştım. Onun için kimdim, onun için adım neydi, onun için bir yer kaplıyor muydum, benim bir adım var mıydı, benim bir yerim var mıydı, benim bir nefesim, benim bir kalbim var mıydı?

"Jeongguk, ben seni yanıma çekersem ve sen koşmaktan yorulmuşsan, bunu istemezsen ben ne yaparım peki? Rahatsız olursan, korkarsan, istemezsen..?"

"Koşmak istemediğim öyle yollardan koştum ki ben hyung, bırak güllerin arasında bana batan bir tek dikenleri olsun koşarken."

The Blue Café    | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin