Sarı bronzdan kabartma derece işaretleri kadranın üstünde bir daire yayı oluşturur, vatmanın kalkmak ya da hızlanmak için açık avucunun küçük vuruşlarıyla ittiği manivelaya bağlı bir ibre bu derecelerin yaptığı gidip gelir, hızlı çevirmeye başlar (eskiden mutfaklarda kuyu pompalarını harekete geçiren çarklara benziyordu bu, ama biraz daha küçüktü) ve bir vites kilidi gürültüsüne frenleri sıkıştırırdı. Manivelanın sapında ilk günkü cilasından hafif koyu bir iz kalmıştı sadece; ahşabı çoktan soyulmuş, grileşmiş, kullanım kir pas içinde kalmıştı ve vatman, tepesine bu basit kumanda tablosu yerleştirilmiş, yumurta biçimi kesitli, sütun benzeri nesnenin bulunduğu ayakta dururdu.
Gidip içeride sıralara oturmak yerine kabinde ayakta durmak (tramvayın içine girmek için de oradan geçmek için gerekliydi) bir ayrıcalıktı sanki, sadece benim çocuk ruhum için gerekli, çünkü sıraları küçümseyen iki üç yolcu daha, hep orada dururlardı; kuşkusuz benim gibi bu yerin önemini duyumsadıkları için değil, sadece burada sigara içilebildiği için, tıpkı o sessiz görünüşlü vatmanın içindir gibi; "Watmann'la konuşmak yasaktır" tümcesinden de anlaşmalı gibi, sessiz olmak zorunda diyebiliriz; bu onu, sanki aşağı sınıftan, dilsiz bir yalnız mahkeme mahkûm edilmiş, zavallı biri haline getiriyor, ama aynı zamanda bir de güç halesi yerleştirirdi başının üstüne, tıpkı insanlarla uğraş konuşması katı bir düzenlemeyle (kimi zaman ölüm tehdidiyle) yasaklanmış o tragedya kralları ya da egemenleri gibi; o da bu durum (bu çalışma - ya da işlevi) ağırbaşlılıkla üstlenir, sanki için çalışır durumda altında eziliyormuşçasına gözlerini ona doğru gelen raylardan ayırmaz, sadece duraklarda, biletçinin kurtarıcı zilini beklerken, yolun bir ucundan bir ucuna (kumsaldan kente, duraklarla birlikte, birkaç üç kez kullanabilirsiniz bir süreydi bu) alt dudağına yapışık duran izmariti demir çakmağıyla yakmakla yetinir, şişkin göbekli kül rengi küçük bir tüp biçimindeki sigaranın tükürük emip saydamlaştırılmış incecik kâğıdı, acemice sarılmış, kimi burada şişmiş, fazla ") Nelerden çatlamış tütünün esmer rengini açığa vururdu. Bütün burada, orada, o yaklaşık iki metreye iki metrelik dar kabinde konuşup o sessiz adam rahatsız etmemeleri şartıyla ayakta kalmaya izin verilmiş adamsa sırtında yakası ilikli ama kravatsız gri flanel gömleği, üstünde yine gri, epeyce yıpranmış takım elbisesi, ip tabanlı bir çift bez çarığın
önce tam kent ortamında yolculuk bitirip, giriş kam bir saçakla korunmuş, duvarları baştan çıkarıcı afişlerle donanmış sinemanın tam olarak durur ve orada, cırlak renklerle afişler, dağınık gözler, başları geriye devrik, bir dehşet çığlığı olası izleyicilere. Beş kilometreydi üzerinde Kumsalla kentin arası yaklaşık; hafifçe engebeli, yamaçları bağlarla kaplı bir manzaranın için gerekli yolun (denizden gelirken) sağ yanındaki sanat arda zengin konakları sıralanır, birbirinden iki üç kilometre aralıklarla yerleştirilmiş ve bahçelerde ağaçlarla az çok gizlenmiş bu geçen yüzyıldan kalma odaları, sanki bir dönüşüm sunarlardı geçenlere: Yeni edinmiş ya da sağlamlaştırılmış servetlerden doğan bir kendini beğenmişliğin, konak sahiplerine ya da kullanıcının isteklerine boyun eğen mimarlara neler esinleyebileceğinin bir dökümünü; Paris'te izlenmiş (kimi zaman bir balayı gezisinde)
operaların Ortaçağ ya da Doğu tarzı dekorlarından esinlenen)gösteriş hırsı bir mimari marifetler yelpazesi (zarif, tuğla babalarla taçlandırılmış ya da belli belirsiz Arap etkileri taşıyan,ağır, kare kuleler) sererdi gözler önüne yol boyu; kimi zamanepeyce zevksiz ama topluca bakıldığında hoş, insanı rahatsızedip göze batmayan şeylerdi bunlar (öbürlerinden daha yenibiri dışında); konaklara gelince, onların da artık kullanımdankalkmış (tıpkı Louis-Philippe ya da III. Napoleon mobilyaları gibi) ve safça bir tazeliğe sahip adları olurdu: "Miraflores"gibi örneğin ya da, yalnızca: "Les Aloès".*Biri bir yöne, öbürü ötekine (kentten denize ya da tersi) hersaat başı aynı anda yola çıkan iki tramvay, yolun orta yerinde, adı ("Joué")** gülünç mazgallı cephesine pek uyan o konağın (Noel'de çocuklara armağan edilen o karton oyuncaklara,kalelere, şatolara benzerdi bu cephe) yakınlarında bir yerdekarşılaşırlardı; bu yapıyı inşa ettiren kişinin servetinin kökenive geçmişi üstüne karanlık dedikodular dolaşıyordu o sıralarve evin yeni sahipleri (o görgüsüz romantiğin çocukları ya dabelki evi yeni satın almış birileri) öteki "kır evleri"nin küçüksosyetesince dışlanmış olmasalar bile düpedüz yok sayılıyorlardı; bu da, bir biçimde, hem küçümseme hem de kuşkudanoluşan bir saygınlık halesi konduruyordu başlarının üstüne.Bu kuşkuyu besleyen bir olgu daha vardı: Tramvay "garaja"(yolun orta yerinde iki vagona yan yana geçme olanağı verençift hatlı bölüme böyle deniyordu) giden yamaca vurmadanönce, bu mazgallı tatsız mimarinin yalnızca cepheyle sınırlıkaldığı sezilir, bu cephenin gerisinde bir an için, duvarlarıpenceresiz, giderek sıvasız büyük bir yapı (bir ambar mı?) seçilirdi yalnızca ve bu yapının kiremitli çatısı, gelip o Ortaçağmazgallarıyla uyum sağlardı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
tramvay
Short StoryCLAUDE SIMON, 1913'te Madagaskar'da doğdu. 1950'lerde Fransa'da ortaya çıkan "Yeni Roman" akımının en özgün temsilcilerinden olan Simon, resim ve fotoğrafla da ilgilendi ve "insanlık durumunu temsil eden derin bir zaman bilinciyle şairin ve ressamın...