6. Bölüm: AŞİYAN

969 64 6
                                    

   Aynı evin içerisinde günlerdir birbirimize denk gelmiyorduk. Gizli bir anlaşma yapmış gibi özenle birbirimize rastlamıyorduk. Azer eve gelmeden ben uyumuş oluyordum, sabah tekrar gidene kadar da odadan çıkmamayı tercih ediyordum. Gün içerisinde evde olduğu vakitlerde ise odadan çıkmadığım için ders çalışıyordum, pek anladığım söylenemezdi ama en azından vakit geçiyordu. Yüzünü mü görmek istemiyordum yoksa karşısına çıkmaya yüzüm mü yoktu bilmiyordum. Tam olarak neden kaçtığımı da bilmiyordum, sadece kaçıyordum. Fadik Teyze de bu gizli anlaşmamıza uyuyordu. Direkt sormasa da Azer’den kaçtığımı anlıyor gibi gün içinde evde olduğu ya da olmadığı zamanları üstü kapalı belirterek bana yardımcı oluyordu.

   Elimdeki telefonla oyalanırken birden odanın kapısı açıldı ve içeriye Azer girdi. Görmeyeli yalnızca birkaç gün olmuştu ama o an daha uzun sürmüş gibi hissetmeme engel olamadım. O günden sonra tekrar geleceğini düşünmüştüm, tekrar konuşmak isteyeceğini ya da nasıl olduğumu merak edeceğini ama gelmemişti. Sakalları uzamıştı, saçlarının yan tarafları da uzamıştı ve dağınık duruyordu. Dudağının kenarındaki yara artık belli olmuyordu ama elmacık kemiğindeki kızarıklık yerini mora bırakmış belirgin bir şekilde duruyordu. Üstü başı alışık olduğum gibi değildi, fazla serseri bir hali vardı.

   Ne için geldiğini söylemesini beklerken yanıma yaklaşıp kolumdan tutarak beni kaldırdı. Sandalyenin üstündeki hırkamı alıp giymem için bana uzattı. Soran gözlerle baktığımda hırkayı elimden aldı, kaldırıp kolumdan geçirdi diğer kolunu da aceleyle giydirirken sonra “Hadi gidiyoruz” deyip yavaşça sırtımdan itip odadan çıkardı.

   Ağzımı açıp soru sormak istesem de yapamadım, şaşkınlıktan mı yoksa konuşmak istemediğimden mi emin olamadım ama sadece bir robot gibi komutlarına uyuyordum. Evden çıktıktan sonra ormanlık alana yürümeye başladı. Hızlı adımlarla ilerlerken arada da dönerek arkasında olup olmadığımı kontrol ediyordu. Arkama baktığımda evi göremeyeceğim kadar ilerlediğimizi fark ettiğimde yürümeyi bırakıp olduğum yerde durdum.

“Nereye gidiyoruz?” diye sorduğumda gülümseyerek “Evine” dedi.

   Verdiği cevaba anlamadığımı belli ederek baktığımda arkasını dönüp aramızdaki mesafeyi kapatarak yanıma geldi, bileğimden tutup tekrar yürütmeye başladı. Çekiştirmiyordu ama adımları hızlı olduğundan yetişmek için neredeyse koşmak zorunda kalıyordum. Biraz ilerledikten sonra adımları yavaşlasa da elimi bırakmadan yürümeye devam etti.

  Ben yokmuşum gibi yürüdüğü için konuşmak yerine geçtiğimiz yollara bakmaya başladım. Batmaya yüz tutan güneşin son kırıntıları ağaçların arasından görünüyordu. Esen rüzgârın sesi sanki yerdeki yaprakları da beraberine katıp ormanın derinliklerinde kayboluyordu.  Bir sürü ağacın arasında ilerlerken kendimi koca bir sonsuzluğa adım atıyormuş gibi hissediyordum.  İlerledikçe ağaçlar sıklaşıyor geçtiğim her yer birbirinin aynısı gibi görünüyordu. Hatta bazen ağaçlar o kadar sıklaşıyordu ki Azer yan yana yürüyemeyeceğimiz için biraz ileriden gitmek zorunda kalıyordu. Daha rahat yürümek için elimi çekmeye çalıştığımda daha sıkı tutup yeniden hızlandı. Çok geçmeden durduğunda ben de durmak zorunda kaldım. 

   Etrafıma baktığımda ağaçtan başka bir şey göremiyordum. Azer eliyle sağ taraftaki yolu gösterip elimi bıraktığında oraya doğru ilerledim. Tek tük taştan ibaret olan yolu takip ettiğimde beni götürdüğü yere yaklaştığımda adımlarım yavaşladı.

   Ormanın tüm ihtişamının içinde küçücük kalmış bir ahşap bungalov vardı. Aslında çok küçük değildi ama kocaman ağaçların arasında neredeyse kaybolmuştu. Dışı neden yapıldığını bilmediğim bir malzemeyle kaplanmıştı ve bungalovun arka tarafında olduğumuz için içi görünmüyordu. Çevresinde büyük diyebileceğim kadar bir alanda hiç ağaç yoktu. Evin hemen arkasında mor minderlerin olduğu gri bir bank biraz uzağında da bahçe salıncağı vardı.

ZEMHERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin