live together, die together.

63 9 48
                                    

o gün, kang daniel ve ong seongwu için oldukça sessiz geçiyordu, alışık değillerdi böylesine hatta. sanki birkaç saat sonra yaşanacak kaderlerinin bilincinde gibi hareket ediyorlardı, üstlerinde anlamadıkları bir gerginlik vardı; sanki bir daha birbirlerini göremeyeceklerini, dokunamayacaklarını biliyorlarmış gibi birbirlerine bakıyor, dokunuyorlardı.

daniel uyandığında, seongwu çoktan uyanmış, yer yer yayları fırlamış rahatsız yatakta sevgilisine daha çok sokulup onu izlemeye başlamıştı bile. saat güne başlamak için oldukça geç olması ikisininde umurlarında değildi. zaten gönül rahatlığıyla yaşayacakları bir gün bırakmamışlardı insanlara. her yerde yakalanmamak, öldürülmemek için naralar atan insanların sesleri vardı. kimse huzurlu değildi. herkes, her gece ya yarın beni de yaka paça hücreye atarlarsa korkusuyla uykuya dalıyor, sabah yine aynı korkuyla gözlerini açıyorlardı. bu karışıklık içinde, şimdi birbirlerine sarılmış, tembellik eden çiftin sahip oldukları tek güzel şey birbirleriydi. kalplerinin kemiklerinin altında hala canlı canlı atmasının tek nedeni birbirlerine olan aşklarıydı.

yaşadıkları şehrin bir aralar neşeli olan sosyal hayatı, çıkan isyanlar sebebiyle felakete dönüşmüştü. sokaklarda birileriyle karşılaşmak artık bir mucize gibiydi. hergün onlar hatta yüzlerce vatandaşı, masum olup olmadıklarına bakmadan hücreye atıyorlardı. bu hücredeki insanlar artık öyle kalabalıklaşmışlardı ki, kilise ve okullar gibi her türlü binayı kullanmaya başlamışlardı. onların da yetmediği anda devlet yeni bir karara varmıştı; yer açmak için hücredekileri bir bir idam cezasına tabii tutuyorlardı. hücreye atılan biri birkaç haftanın ardından giyotinin keskin bıçağı altında can veriyordu.

"şükürler olsun," diye fısıldadı seongwu düşüncelerinin ağırlığıyla titrerken, elini daniel'in yüzünde gezdirmek amacıyla kaldırmıştı. birkaç gündür şehrin hali yüzünden yetersiz beslendiklerinden kilo vermiş, yanakları çökmüştü ikisininde. "tanrı'ya şükürler olsun, sana sahibim sevgilim. şükürler olsun..."

daniel'in aklından geçenlerde aynı şekildeydi, ona bakarken gözleri parlayan bu adama sahip olduğu için çok mutlu ve şanslı hissediyordu. tek isteği onunla birlikte yaşayacakları uzun, huzurlu bir hayattı. kısa da olabilirdi hatta, eğer ölümleri birlikte olacaksa... onun gözlerinin içindeki ışığın sönmemesi için her şeyi yapmaya hazırdı. onun için ölüme, onun için yaşamaya... hayatını ona adamıştı. kang daniel, ong seongwu için yaşıyordu.

o rahatsız yatak, o gün son kez sahiplerinin aşklarına tanık oldu. yaşadıkları küçük tek odalı dairelerinin duvarları, oradan buradan buldukları kırık dökük mobilyaları, açık pencereden gelen rüzgar sebebiyle uçuşan yırtık perdeleri, bir gün sokakta kendileri gibi terkedilmiş buldukları küçük yavru kedileri son kez duydu iki gencin ağızlarından çıkan, belki de dünyanın en güzel aşk sözcüklerini. kimse bilmiyordu son olduğunu, keşke bilselerdi de daha can kulağıyla dinleselerdi o sözcükleri. fakat hepsi bu iki gencin bir daha bu eve geri dönemeyeceklerinden bir haberdi.

tam yataktan kalmış, yemek yemek adına kalan tek tük şeylerini kullanıp bir şeyler hazırlayacakları vakit, kapılarının sertçe birkaç kere tıklanmasıyla yerlerinden sıçradılar. işte, oluyordu; onları almaya gelmişlerdi. birkaç hafta hücrede süründükten sonra, canice öldürüleceklerdi ikiside.

birbirlerine baktılar, gözlerinden geçen birçok duygu vardı o an ama bunları söylemeye varamadı dilleri ikisininde. kapıyı açmasalar olmaz mıydı? şu camdan atlayıp kaçıp gitseler olmaz mıydı?

sert yumruk ve tekmelere dayanamayan kapının kırılma sesi sorularının yanıtlarını verdi. hiçbir şey yapamazlardı, kaderleri buydu, sonları gelmişti.

wedding in lyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin