Bölüm 1

50 6 5
                                    


 Çalar saatin gittikçe artan ve arttıkça da rahatsız eden sesiyle gözlerini açan Marianne bir süre saatin sesinin kesilmesini bekledi. Uzanıp alarmı kapatacak hali kendinde bulamıyordu. Oysa deliksiz uyumuştu. Odasının tavanına boş gözlerle bakarak vaktini öldürdükten sonra, her zamanki gibi istemeyerek kalktı.

 İşe geç kalmamak için elini çabuk tutması gerekiyordu. Hızlıca mutfağa gidip ayılmak için kendine bir kahve yaptı. Kahvesinin içilebilecek kadar soğumasını beklerken sol tarafında bulunan buzdolabına yöneldi. Ne yiyeceğini düşünerek bir süre oyalandı. Sonunda vazgeçip, tezgahtan kahvesini alıp yudumlamaya başladı. Masanın üstünde dünden kalma krakerlere yöneldi. Birkaç tanesini ağzına atarak çıkmak için hazırlanmaya başladı.

 Metro istasyonuna vardığında saat 07:22'ydi. Derin bir iç çekti, neyse ki geç kalmayacaktı. Kulaklıklarını takıp acele eden kalabalığın arasına karışmak için adımlarını gereksiz yere hızlandırdı. Gereksizdi, çünkü daha üçüncü adımını atmamıştı ki sol omzu yerinden çıkacakmışcasına bir acıyla sarsıldı.

 Karşı yönden gelen yabancıya döndü. Yabancının sağ elindeki kahvesi, deyim yerindeyse jilet gibi ütülenmiş takımına ve koluna astığı trençkotuna dökülmüştü. Mari, bakışlarını yüzüne çevirdiğinde başını eğmiş, yuvarlak gözlüklerinin altından bakarak ona gülümseyen bir suratla karşılaştı.

 Gülümsüyor muydu? Kendini batırmış olmasına rağmen cidden gülümsüyordu.

 Kulaklıklarını çıkardı. Bir kez daha kafasını kaldırıp uzun boylu, iyi bir görünüme sahip ve gözlüklü yabancıya bakarak: "Affedersiniz!" dedi. "Bir yeriniz yanmadı değil mi?" İç sesi "yanmış olsaydı böyle gülümsemezdi değil mi" diye yineledi onu.

  Yabancı adam "Ah, sorun yok." dedi ve gülümseyerek devam etti. "Siz iyi misiniz?"

 "İyiyim" dedi Mari, kendi üzerine de sıçrayan kahveyi görmezden gelerek. Fakat yabancının dikkatini çekmiş olmalıydı ki kaşla göz arasında çıkarıp kendini temizlediği mendillerden ona da teklif edercesine uzatıyordu. Mari mendili de görmezden gelerek "Öyleyse size iyi günl-" demesine kalmadan yabancı sözünü kesti. "Yuta." "Adım Yuta, ya sizin adınız?"

 "M-Mari" dedi kısaca. Bu şık ve sıcakkanlı görünen gencin samimi tavırlarla sorduğu soru onu şaşırtmıştı. Alışık olmadığı bu durum karşısında daha fazla boşboğazlık yapmak istemiyordu. Zaten konuşmayı pek sevmezdi. Ama bir an içine beklemek ve bu anlamsız tanışmanın sonunun nereye gideceğini görme isteği doğmuştu.

 "Memnun oldum Mari." dedi Yuta. Temiz mendillerden birkaçını Mari'nin eline tutuşturarak devam etti. "Şimdi iyi günler dileyebilirsin. Hoşçakal."

 Şaşkınlığı katlanarak devam eden Mari, yanından geçip giden yeni tanıştığı adamın arkasından bakakaldı. Normalde böyle bir durumla karşılaşmak onu kızdırırdı. Aslında bu gibi durumlar herkesi kızdırabilirdi. Herkes kendi dünyasında kendini önemli bir yere koyduğundan bu gibi durumların iyi karşılanabilir yanı yoktu.

 Geçip giden trenin raylar üzerinde çıkardığı rahatsız edici sesin kulaklarına dolmasıyla kendine geldi. Hemen saatine baktı. 07:36'yı gören gözlerine inanamayarak yürümeye başladı.

 Evden ne kadar erken çıkarsa çıksın başından mutlaka geç kalmasına sebep olacak olaylar geçiyordu.

 Çalıştığı şirkete vardığında nefes nefese kalmıştı. Ofisinin bulunduğu kata geldiğinde masasına geçmeden önce lavaboya uğrayıp üstünü başını kontrol etmeye karar verdi. Attığı hızlı adımların rüzgarla kavgası sonucunda saçlarının dağıldığını seziyordu. Yeni temizlendiğini belli edercesine parfüm kokan tuvaletlerin bölmesini geçip, kapı yerine kısa bir duvarla ayrılan sadece makyaj aynalarının bulunduğu kısma gelmişti. Dağılan at kuyruğu saçlarını tekrar topladı. Rujunu kontrol ederken lavaboya giren birkaç kişinin konuşmalarına kulak verdi. İnce sesli biri "Gerçekten çok havalı değiller miydi? O erkek asistanın tarzına bayıldım," diyordu. Ona nispeten daha kalın sesli diğeri ise "kesinlikle öyle," diye onu onaylıyordu. "Onlarla toplantıya girecekler çok şanslılar."

 Mari "kimden bahsediyorlar acaba" diye kendi kendine düşünürken son cümleyle irkildi. "Toplantı!" dedi. "Tanrım bugün Henry Bey'in yeni iş ortaklarıyla toplantısı var."

 Alelacele rujunu sürüp, çantasını alıp ofisine yöneldi. Kendi masasından birkaç metre uzakta, cam bölmeyle ayrılan yerde çalışan Sekreter Kim'e selam verdi ve vakit kaybetmeden toplantı dosyaları için çalışmaya koyuldu.

 Sekreter Kim orta yaşlı, doğma büyüme Amerikalı, sevecen ve bilgili bir kadındı. Söylediğine göre Henry Bey'in babasının da sekreterliğini yapmış, şirket onun elinde büyümüştü. Bu sebeple Mari, takıldığı her konuda Kim'e danışıyordu. Ondan öğreneceği çok şey olduğunun farkındaydı. Onun bilgi ve tecrübelerine değer veriyor, ara sıra ona diğer çalışanlardan daha fazla saygı duyduğu oluyordu.

 Biraz çalıştıktan sonra anlaşma dosyalarını Kim'e onaylatmak ve kahve içerken ona eşlik etmek adına cam bölmenin diğer tarafına yöneldi. "Havalar gittikçe güzelleşiyor. Artık öğle yemeklerimizi dışarıda yemeliyiz."

 "Kesinlikle." diye onayladı onu Kim. "Bugünkü misafirlerimiz umarım çabuk anlaşır ve fazla kalmazlar da bu havanın tadını çıkarabiliriz."

 Yağışlı havalar sebebiyle öğle yemeğini şirketlerinde yiyen ve kalan vakitlerini ofislerinde geçirmek zorunda kalan ikili, güzel havada yürüyüş yapma hayalleriyle toplantı saatine kadar çalışmıştı. Toplantı başlamadan önce Sekreter Kim anlaşacakları şirket temsilcilerine eşlik etmek için Mari'nin yanından ayrılmıştı. Mari ise COO Henry'e eşlik edecekti.

 COO Henry başkanın tek varisiydi. Babasının aksine daha ciddi bir duruşu vardı. Babası çalışırken öğrenmeyi ve para kazanırken eğlenmeyi isterdi. Henry babasına göre daha katı kurallara sahipti. Marianne'yi kişisel asistanı olarak almasının nedeni; bu genç çalışanı kendine benzetmesiydi. Uyumlu çalışacaklarını düşünmüş, pekala öyle de olmuştu. Mari şikayetçi değildi, çalışmayı seviyordu. Çok çalışıp, yorgun düşüp, başka bir şey yapmasına fırsat kalmadan uyumayı seviyordu. Aklını kariyeri dışındaki düşüncelerle dolduracak kadar boş vaktinin olmamasını istiyordu.

 Asansörü beklerken ona doğru gelen patronuna gülümsedi Mari. Patronu ise hiç istifini bozmadan "umarım her şey yolundadır." diye alçak tonda konuşarak kendince selamını verdi. Diğer çalışanlar onun bu tondaki konuşmalarını korkutucu buluyordu. Ama Mari'ye göre hakimiyet ve güven dolu bir tonlamaydı. Asansöre binerken patronunu onayladı ve toplantı salonuna kadar hiç konuşmadılar.

 Bu sırada Kim Y-BOT şirketinin temsilcilerine toplantı salonuna kadar eşlik etmişti. Y-BOT makine ve robot üreten Asya kökenli bir şirketti. Çalışanlarının çoğunun Asyalı olması da onlar hakkında dikkat çeken bir ayrıntıydı.

 Henry ve Mari toplantı salonuna girip misafirleri ile tanışmaya başladıkları sırada Mari, şaşırdığına dair garip bir reflekste bulunarak kaşlarını kaldırdı. Aynı anda Y-BOT tarafından genç bir adamın sesi duyuldu. "Selam Mari. Bu ne güzel bir tesadüf böyle."

"S-Se-Selam Yuta."


İNSANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin