Öperek uyandıyordum her sabah acıyı.
Düşlerimi toprağa gömmeyi öğrenerek uyandım her sabah, hesabıma acı ekleye ekleye yürüdüm yollarda. En sonunda acıyı, hasreti bağrıma basıp yaşamayı öğrendim. Geride bıraktıklarımın yangınını içimde alevlendirdim, ben bu sabah da güvenemeden uyandım.
Haftalar geçti buraya geleli, Kasım ayımı da burada geçirecektim anlaşılan. Artık elimde olmadan tarihleri sığınağıma yazar oldum, günleri takip eder oldum. Bilmeden yaşamak o kadar kolaymış ki. Şimdi bilipte kabullenmek çok zor.
Konuşmak nedir bilmiyordum, insanların olduğu yerden uzaklaşıyor kendimi afişe etmiyordum. Her geçen gün Cengiz biraz daha asabi oluyordu, Esmer'i gönderdiği yerin Tolga'yla ilgili olduğunu öğrendim. Amacı neydi bilmiyorum ama beni öldüreceğine dair yemin etmişti zaten, neden hala bekliyordu anlamıyordum. İdama mahkumdum ama bir türlü nefesini ensemde hissettiğim ölümü içimde hissedemiyordum. Belki de çıkmaz sokaktaydım, sadece biraz daha sabır lazımdı. Doğamızda da bu yok mu zaten, sabır? Gözlerim de konuşmayı unutmuştu artık, bedenim susuyordu. Bedenim aslından uzaklaşıyordu. Yakalayamıyordum bir türlü ölümü. Yetişmem gereken bir ölüm vardı, bir de kaçmam gereken hayat. Hangisini başaracaktım işte orası muammaydı.
Huzurlu uyku denen illet hiç uğramaz olmuştu artık semtime. Uyku bana haram olmuştu. Bir acı koymuşlar içime, bir korku koymuşlar; kızaran gözlerime inat uykumu çalan. Uykularımda ziyaret ediliyordum, kabuslar peş peşe dadanıyordu uykuma. Feryat figan uyanıyor, çığlıklarımı sessizliğe hapsediyordum.
Tolga'dan haber almak için çok çabaladım ama bir türlü erişemiyordum Cengiz'in içine. O kadar çok fazla soğuktu ki kalbi, duyguları... İyilikle yaklaşsam bile beni geri püskürttü. İçinde umuda benzeyen bir şeyler kalmamıştı hiç, kararmıştı her şeyi. Kurtulmam için ona muhtaçtım ve elimden geldiği kadar yumuşak başlı olmaya çalışıyordum ama dediğim gibi bir adımdan ötesine gidemiyordum. Ne ben engel olabiliyordum öfkeme ne de o izin veriyordu. Zehir zemberekti her şey, tadı tuzu yoktu.
Bu akşam bir kutlama olacakmış ama ne olduğunu bilmeden yapılacak işleri bitirmek ve herkesin gözü önünden defolmak istiyordum. Meydana büyük u şeklinde masalar birleştirildi, küçük rengarenk lambalar asılmıştı ama yine de havada bir kasvet vardı. Bembeyaz örtüler, son derece kaliteli tabak setleri ve sandalyeler. Ne kutlanacak diye Cengiz'e sorma zahmetinde bile bulunmadım. Sabahtan beri hiç azarlamamıştı o yüzden bunu bozma gibi bir niyetim yoktu. Herkes işi bitirdiğinde benim işim daha bitmemişti, sandalyeleri taşıyıp yerleştirmek belimi ağrıttığı için hareketlerim giderek yavaşlamıştı. Bir eli omzumda hissedince azalan gücümle döndüm arkama, yüzümdeki maske resmen yüzüme yapışmıştı terden.
"Kolay gelsin" derken yüzünde kocaman gülümsemeyi bana sunan adam tabiî ki Esmer'di. Gülümsemeye çalışarak kafamı salladım. Konuşamadım çünkü dilim damağım kurumuştu, boğazımda bir acı hissediyordum.
"O kadar mı zor?" deyip gözlerini deviren Esmer karşısında küçük düşmeme rağmen yine de sesimi çıkarmadım. Haftalardır belimdeki yaralarımla ilgilenmişti ve hiçbir zaman şikayet etmemişti. Ona borcum haddinden fazlaydı, yine gülümsemeyle yetindim. Yavaşça kafasını sandalyeleri aldığım yere dönderdi, gözlerini kısarak bana bakınca
"Ne!" diye söylendim, sinirliyim havası vermeye çalıştım. Kaybettiğim zaman benim için sıkıntıydı ve o da bunun farkındaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANLIŞ KİŞİ
Novela JuvenilBir gece kan yağmuruyla yolculamıştı kendini, sallanıyordu denizde sandal gibi. Durmadan sesleniyordu geçmişi, sesleniyor ve yapışıyordu yakasına. Beklemek zorunda kalmıştı üstüne inciler gibi yapışmış kurtlardan kurtulmak için. Yaralarını açmaları...