Sare
Henüz gözlerimi açmamış olsam bile yatakta yalnız olduğumu biliyorum bu sabah. Bir kere kaçmamdan korkarmış gibi beni saran kollar yok. Saçlarımın arasına saklanmış yüz, tenime vuran sıcak nefes yok bu sabah. Ardıma dönüp emin olduğum boşluğu onaylarken yatakta doğrulup odanın içinde gezdiriyorum gözlerimi. Bir süre banyodan beklediğim su sesini de duymadığım da yalnız olduğumu emin oluyorum. Komodinin üzerinden aldığım saati kontrol ettiğimde ilk dersi kaçırdığımı fark edip yatağa geri bırakıyorum kendimi. Koca yatakta yalnız olmanın keyfini sürerken önce sola dönüyorum sonra sağa. Hatta bir ara çaprazlamasına bile yatmayı deniyorum ama olmuyor.
Ne tarafa dönersem döneyim benden geriye kalan boşluk alışık olmadığım için huzursuz ediyor beni. Elim kendiliğinden Paşanın yastığına uzanırken yalnız olsam da utana sıkıla çekiyorum kollarımın arasına. Yüzümü yastığa bastırıp kokusunu solurken dün gece dizlerimde uyuyan adamın çaresiz bitik hali geliyor gözlerimin önüne. Dağılmış saçları yarı çözülmüş kravatı ve çökmüş omuzlarıyla tanıdığım o güçlü, sert Paşa Karacan'a benzemiyordu hiç. Her ne kadar kısacık bir zamanda olsa hayatında yolunda gitmeyen şeyler olduğunu anlayacak kadar tanıyorum artık onu.
Yastığı yüzümden çekip yatağın üzerine bıraktığım da sıkıntıyla yattığım yerden doğruluyorum. Bugün için değil okula gitmek şu yataktan bile çıkamayacağımı anladığımda bileğimdeki tokayla gelişi güzel topluyorum saçlarımı. Bir süre daha yatakta telefonla oyalandıktan sonra sıkıntısıyla oda da geziniyor gözlerim. Makyaj masasının üzerinde kapağı açık bırakılmış Paşanın parfümünü fark ettiğimde telefonu hemen yan tarafa bırakıp çıkıyorum yataktan. Oda da yalnız olmanın verdiği cesaretle şişeyi alıp burnuma yaklaştırdığım da alışık olduğum koku kalbimde bir telaşa sebep oluyor. Öyle ki her gece bilinçsizce de olsa kollarında uyuduğum adamın kokusuna alıştığımı fark etmek korkutuyor beni.
Kapağını sıkıca bastırdığım şişeyi yerine bıraktıktan sonra bu defa gardıroba yöneliyorum. Kapağı aralı dolabı açıp koyu renklerden oluşan takım elbiselerin üzerinde gezdiriyorum parmaklarımı. İçlerinden en çok beğendiğim lacivert takımın üzerinde bir süre parmaklarım oyalanırken çekmeceler dikkatimi çekiyor. İçimde bir şeyler merakımı kamçılarken en üstteki çekmeceyi çekiyorum öne. Bir birinden şık kol saatlerin dizili olduğu çekmeceyi iterek kapatıp ikinci çekmeceyi açtığımda bu defa yine koyu renklere sahip kravatlar karşılıyor beni. Yere diz çöküp en alttaki çekmeceyi açtığımda mırıldanmadan edemiyorum. 'Hiç şaşırmadım. Yine siyah.'
Ne olduklarını henüz anlamadığım özenli dizilmiş eşyaların üzerinde elimi gezdirirken bir an aklımda belirenlerle ateşe değmiş gibi elimi çekip hızla kapatıyorum çekmeceyi. Yalnız bile olsam utançtan kızaran yanaklarıma ellerimi bastırıp hızla kalkıyorum yerden. Kalbim deli gibi atarken bunun sadece utançtan olduğuna kendimi ikna edip hemen banyoya yöneliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alma Ahımı
General FictionEvet bayım kuşları severim Ve siz benim gökyüzümsünüz... Cemal Süreya