Saatlerdir kemirdiğim tırnaklarım yüzünden parmak uçlarım acıyor, elimi ağzımdan çekiyorum.
Acıyan parmak uçlarımla telefonumda kayıtlı olmayan ama yıllardır ezberimden silemediğim numarayı tuşluyorum. Biraz bekleyip ahizeyi kulağıma götürüyorum.
Bugün bu numarayı altıncı arayışım.
Altıncı kez çalıyor telefon ve ben arama yaparken arkadan çıkan bip seslerini sayıyorum.
Tam otuz iki saniye sonra yine kendiliğinden kapanıyor.
Ellerim yine ağzıma kayıyor, bu sefer dişlerimle derimi soyuyorum.
Yedinci arayışımda saniyeleri sayıyorum ve bu sefer otuz saniye olarak hesaplıyorum çağrının bitişini.
Sesli mesaja geçmeden ahizeyi indirip ev telefonunun hizasındaki duvarı inceliyorum. Kemirdiğim yerler öyle sızlıyor ki parmak uçlarımda kalp atışını anımsatan uyarılar hissediyorum. Bulunduğum odada kulaklarıma dolan tek ses bu oluyor. Bum bum, bum bum, bum bum, bum bum. Hissettiğim acı bir nevi hoşuma gidiyor çünkü o kadar belirgin geliyor ki, beynim başka bir şeyi düşünemiyor. Krem rengi engebeli duvarda mor ışık kümeleri beliriyor. Hepsini bir şeye benzetmeye çalışıyorum. Bum bum, bum bum, bum bum.
Bip sesiyle kendime geliyorum ve elimi ağzımdan çekip dilimde biriken deri parçalarını yere tükürüyorum.
Pis, keçeye benzeyen bir battaniyeyle örtülmüş tek kişilik yatağın üzerinde duran telefonuma ilerliyorum. Endişelenen arkadaşlarımdan birinden gelen bildirimi görüyorum. O mesajı da açmayarak yüzlerce mesajın biriktiği gelen kutumda bırakıyorum ve telefonu bir kenara fırlatıp yatağın üzerine oturuyorum.
Sanki rüyadan uyanmış gibi zihnim daha da belirginleşiyor. Ne yaptığımı düşünüyorum.
Ne yapıyorum ben?
Kalbim kanı daha hızlı pompalar gibi hızlanıyor. Karnıma huzursuz olduğum anlarda olduğu gibi bir sancı saplanıyor. Endişeden başka hiçbir şey düşünemez oluyorum.
Ellerim titriyor. Bacaklarım da.
O kadar hızlı titriyorum ki kafamı kaldırıp tavanda asılı olan sarı ampule bakıyorum. O sabit duruyor, demek ki deprem değil.
Komadan yeni uyanmış bir hasta gibi, tüm yaşadıklarım zihnime bir anda doluveriyor.
Ne yapıyorum ben?
Karnımdaki sancı bu sefer bir şimşek gibi etkisini gösteriyor. Doktorun verdiği ilaçların bir etkisi yok. Beynimi uyuşturmak bir çare değil.
İlacımın ne olduğunu adım gibi biliyorum ve hızla yerimden kalkıp kablolu telefonun başına geçiyorum. Parmaklarım sayıların üzerinde aceleyle dolaşıyor. Bir-üç-üç-dokuz-beş...
Alışık olduğum çalma sesi kulaklarımı doldururken boştaki elim yine ağzımı buluyor. Yirmi sekiz, yirmi dokuz, otuz, otuz bir, otuz iki.
Bu sefer de otuz ikinci saniyede bitiyor arama. Gözlerim dolu dolu o engebeli duvara bakıyorum yine. Uzun bir bip sesinden sonra sesli mesaja düştüğünü anlıyorum.
Donuk suratımdan göz yaşları birer birer damlıyor. Bazıları burnumun kenarında ölürken bazıları çeneme ulaşmayı başarıyor.
Derin bir nefes alıyorum. Bir şeyler söylemem gerek. Bir şeyler denemem gerek.
Nefes verirken gözlerimi sıkıca kapatıp biriken damlaları da yüzüme salıyorum.
"Barış..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
voicemail// boyxboy //one shot
Fanfiction"Her bir hücreme karışmışsın, en güçlü antibiyotikler bile sökemiyor bu zehrini." boyxboy//one shot Tamamen kurgudur.