Medya- Apollo
Bölüm şarkıs: Klang- PrayOy verip yorum yapmayı unutmayın :))
Saatler birbirini kovalarken içimden sadece babamla yüzleşmek geliyordu. Bunca şeyden sonra ilk defa onu görmek istiyor ve bütün acımı, nefretimi ve öfkemi boşaltmak istiyordum. Saatten habersiz ayağa kalktım, yanımda öylece oturan Dimitri meraklı gözlerle bana bakarken konuştu.
"Nereye?"
Yüzümde acı bir gülümsemeyle cevap verdim. "Yüzleşmem gereken biri daha var."
Tam arkamı dönüp gidecektim ki daha şimdi fark edebildiğim durumla afalladım. Tekrardan Dimitri'ye döndüm ve şüpheli bakışlarla yüzüne baktım.
"Her şey tamam da sen burada olduğumu nereden biliyordun?"
Umursamazca omzunu silkti ve cevap verdi.
"İçime doğdu diyelim."
"Bunu daha sonra konuşacağız seninle. Bayan Olivia'ya gelemeyeceğimi söylersin."
Ufak bir asker selamıyla koşarak oradan uzaklaştım. Şimdi yapmam gereken şey babamın nerede olduğunu öğrenmek. Telefonumu elime alarak İngiltere'deyken tanıştığım bir arkadaşımı aradım. Kendisiyle tanıştığımız zaman Londra Merkez Karakolu'nda çalışıyordu. Numarasını bulduğum gibi direkt arama butonuna bastım. Bir süre çalan telefon sonunda yanıtlanmıştı.
"Alo? Elizabeth?"
"Merhaba Laura! Nasılsın?"
Karşı taraftan gelen kısık bir gülüş ardından cevap geldi.
"İyiyim ama sen pek iyi değilsin sanki?"
"Ne? Nereden çıkardın ki bunu?"
"Tatlım çekinmene gerek yok söyle bakalım ne lazım sana?"
"Laura ben senden birinin adresini bulmanı isteyeceğim."
"Tabii bulmaya çalışırım. Kimi arıyoruz?"
"Joseph Evan."
"Ne? Ne işin var onunla?!"
"Laura bu çok uzun konu ve şu an pek anlatabilecek durumda değilim."
"Peki ama bu konuyu konuşacağız seninle."
Dedikten sonra telefonu kapattı yaklaşık bir 5 dakika sonra telefonuma bir mesaj geldi. Laura babamın adresini bulmuş ve bana göndermişti bile. Adresi açtığımda gördüğüm adresi hafızama kazıdım. En yakın saatte bir uçak bileti buldum. Şu an gitmem gereken yer tekrardan Türkiye'ydi. Bu yolculuk her ne kadar canımı sıksa da oraya gitmek zorundaydım. Ve uçağım 3 saat sonra kalkıyordu.
***
Yıl, 2000
İngiltere/LondraMartha'nın ölümü üzerinden bir hafta geçmişti. Genç ve güzel tanrıçanın ölümü sadece sevdiklerini değil bütün dünyayı etkilemişti. Dünyadaki sevgi kat be kat azalmış, insanlar kaba olmaya başlamış ve bütün gezegeni bir huzursuzluk kaplamıştı. Bütün bunlar olurken gittikçe yalnızlaşan küçük Elizabeth herkesin konuştuğu bir konu haline gelmişti, akıllarda dolanan tek soru vardı. 'Bundan sonra ona kim bakacak?' kendini bu konudan soyutlayan Joseph, ölen eşinin yasını tutma gereği bile duymamış ve o günden sonra evine sadece uyumak için gelip geri kalan vaktini içki içerek harcamıştı. Karşı komşuları olan Tom ve Linda ise böyle bir sorumluluk almaya niyetli değillerdi. Yetkililere kadar giden bu konu sonunda bir sonuca varmış ve Elizabeth yetimhaneye yerleştirilmişti. Yetimhaneye götürülürken etrafında sevdiği kimsenin olmaması onun o küçük kalbini kırsa bile annesine söz vermişti ne olursa olsun asla mutsuz olmayacaktı. Arabada sessizce oturup etrafı izlerken bu durumu fark eden görevli adam, Elizabeth'i konuşturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Tanrıça
FantasyYıllarca kendini hiçbir yere ait hissedememek nedir? Sanırım cehennemdir... Peki ait olduğun yeri senden alsalardı? Daha büyük bir cehennem mi? Peki, ya ait hissetmediğin bu dünya aslında senin hükmün altında olmayı bekliyorsa? Yaşadığın bunca acıda...