Satır arası yorumlarınız yıldız olup göğe ulaşıyormuş,,,
Koştuğu ne varsa yetişemiyordu ona, ardında bıraktığı insana bile yetişemiyordu. Yorgundu, solunda ki ürkek kuş renksizliğine sarılmış ölüm uykusuna yatmıştı. Nasıl bir acıydı bu? Nasıl yaşamı bir günde bitivermişti. Oysa daha güzel günleri olacaktı, buydu ümidi. Gencecik yaşına çok şey sığdıracaktı. Sığdıramadığı şu insan kadar.
Daha onu sığdıramamışken. Diye geçirdi içinden acısı bir kez daha dizlerine vurdu, onun cezasıydı bu. Halbuki yaşamaya çalışmaktan başka hiçbir şey yapmamıştı. Günahı her neyse öyle büyük görülmüştü ki ressam'ın öc alışı ağır olmuştu.
Küçük patika gözüne kilometreleri saydıran bir yol gibi gelmişti. Gideceği tek bir yer vardı. Ondan güç ala ala ulaşmak istediği yere gitti. Burada da yer bulamayaşı nasıl eksiltmişti içinde bir şeyleri. Annesi yoktu, babası yoktu fakat ablası hiç yoktu. Gözyaşları ayaklarının altında ki toprağa karışıyor bir yandan da biraz önce o solgun yüzüne baktığı, su yüzeyinde gezdirdiği elleriyle siliyordu yanaklarını.
Büyük kulübenin hemen kapısına ulaşmış koşa koşa üst kata çıkmıştı, merdivenlerde sendelemiş fakat aldırmadan yanlarına varmıştı diğerlerinin.
Namjoon'u görür görmez içeri girmişti, hiddetle büyük adamın karşısına geçerek;
"Hoseok hyung, ona lütfen gelmesini söyler misiniz?"
Namjoon neye uğradığını şaşırmış olanları anlamaya çalışıyordu.
"Ne diyorsun sen jimin?"
Nefesi kesilmiş buna rağmen yorgun sesi daha da yükselmişti.
"Sizin bildiklerinizi biliyorum, lütfen söyleyin ona beni almaya gelsin!"
Büyük boylunun göğsüne yumruklarını sıkarak vurmuş ağlaması daha da şiddetlenmişti.
"Sakin ol jimin, bana bak!"
Arka kapıdan sesleri duyan yoongi içeriye girmiş gördüğü manzara karşısında hemen yanlarına koşmuştu.
"Anlamıyorsunuz lütfen izin verin, bir kere bile olsa görmek istiyorum onu."
Yoongi elini koluna koymuş jimin'in ona bakmasını istemişti ki gözü hiç bir şey görmüyordu. Ağlayarak sayıklıyordu sadece.
"O gelecek jimin sakin ol, ama şu an değil şu an olmaz! Bu kadar zor şartlar arasında yapamayız."
"Lütfen!" Jimin hiddetle bağırmaya devam ediyordu, o sırada içeri kan ter içinde nefes nefese kalmış jungkook girdi.
Yoongi onu fark etmiş ama bir şey söylememişti. İri gözleri küçük çocuğu bulmuş, ilk defa onu böyle görüyordu, koca bir delik açılmıştı göğsünde.
"Buradan gitmeme izin verin, bırakın gideyim!"
Namjoon onu durdurmaya çalışıyor fakat başaramıyordu. Çırpınıyordu, acıları onu öyle dibe çekerken ki çırpınışı gibi çırpınıyordu.
Göğsüne vurduğu elleri hafiflemiş birden yavaşlamıştı. Jungkook ne olduğunu anlamayadan ani bir şekilde kollarını uzatmış daha o tutamadan düşmüştü kucağına küçük bedeni.
Kuş kadar hafif olan çocuğu hızlıca kaldıkları kulübeye götürmüştü. Gözyaşları içini yakıyordu, yakmaktan çok öldürüyordu. Bir kurşun gibi saplanıyordu içine içine.
Kulağının işittiği çığlıklar belirdi birden kafasında. İçinde tuttuğu, bitirdiği dahası başlattığı ne varsa akıtmıştı tümüyle ortaya. Yumrukları bir göğüse ne kadar ağır gelirdi? Kucağında ki bu çocuk daha ne kadar acılar denizinde savrulabilirdi. Bittabi jungkook'da itmişti o denize en çokta bu ağrıtıyordu solunu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fernweh ﻬ jikook
Ficción General"bir şu yalnızlığın bastırdığı kanlı geçiştirmeler...büyük sofranın içinde ne diye küçük sofralar açıyorsun? çiçekleri öldürülmüş sanıyorsun, onlar zaten ölüler. çiçekleri canlanmış buluyorsun ki gerçekten canlılar. ara vermeden solan renklerin aras...