Medyaya Imagine Dragons - Radioactive koydum, dizide dünyaya indiklerinde bu şarkı çalıyordu, uyumlu olsun diye, iyi okumalar!
"Bu işte beraberiz." Clarke, çocuğun gözlerine baktığında hissettiği güvenle bu sözler dökülmüştü dudaklarından. Bellamy'nin bakışlarında onu rahatlatan bir şey vardı, fakat bir türlü adlandıramıyordu. Ne fark ederdi ki, önemli olan nasıl hissettiği değil miydi?
Bellamy yavaşça kapının önüne geçtiğinde ortalıkta dolaşan tek ses yüz suçluyla onun nefes alıp verişiydi. Kimse o kapıyı açmaya cesaret edemiyordu, neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı zira. Kapının açılmasıyla saniyeler içerisinde acı çekerek can verebilirlerdi, ya da şansları yaver giderse aksilikle karşılaşmazlar ve yüzyıllar sonrasında dünyaya adım atan ilk insan olabilirlerdi. Peki ya adım attıklarında onları ne karşılayacaktı? Yeşilliklerle dolu arazi, gökyüzü gibi masmavi bir okyanus, tıpkı ders kitaplarına koydukları gibi mi, ya da uçsuz bucaksız harabeye dönmüş evler, solmuş otlar? Bütün bu olasılıklar onların bir adım atmasını engelleyordu. İçlerinde bir heyecan yok değildi tabii ki de, özgürlüğün heyecanı.
"En fazla neyle karşılaşabiliriz ki? Zaten ölüme terk edilmiştik, en azından şimdi yüzyıllar sonrasında dünyaya ilk adım atmış insanlar olarak öleceğiz, aptal kurallara uymadığımız için ölerek değil." Sessizliği hafif uzun saçlı, iri bir çocuk bozmuştu. Finn Collins, kurallara aykırı olarak uzayda yürümüş ve Ark'a yetecek aylarca havanın harcanmasına sebep olmuştu. Clarke'ın, uzay gemisinde dikkatini çekmişti, durmadan kıza bakıyor ve yanına gelmek için fırsat kolluyor gibiydi.
Bu sözlere hak vermeyen bir kişi bile olmamıştı, homurdanma ve gürültü başlamış olsa bile Bellamy elini kola koyduğunda tekrardan kesilmişti hepsi. Daha fazla bekletmeden kolu aşağıya indirdi ve kapı yavaşça yukarı çıkmaya başladı. Dünya onları hayal kırıklığına uğratmamıştı belli ki, onları ilk karşılayan yerdeki yeşil çimenlerdi. Kapı gürültüyle yukarı çıkarken onlara daha fazla yeşillik sunuyordu. Tamamiyle açıldığında ise herkes tuttuğu nefeslerini verdi ve yenisini çekti. Ciğerlerine dolan hava burunlarını yakarak geçmişti. Ark'ta belirli bir seviyede hava verilirdi, ama şimdi diledikleri kadarını, dürtüsel olarak ihtiyaçlarından fazlasını içine çekmişlerdi ve bir yanmaya sebep olmuşlardı. Ciğerleri bu denli, temiz havaya pekala hızlı alıştığında hareketlilik oluşmuştu bile. Bedenlerinin onları hareket ettirdiği şekilde ilerliyorlardı, çığlıklar ve sevinç nidalarıyla toprağa adım attılar Bellamy ve Clarke'ın peşinden.
Bellamy, kıza dönerek yüzündeki bir gülümseme ile onu izledi. Bütün o yeşilliğin içinde, sarı saçları ve mavi gözleriyle inanılmaz görünüyordu, ait olduğu yeri bulmuş gibiydi adeta, Ark'ın soluk mavi ya da hücresinin gri duvarları arasında olduğu gibi değildi. Bütün bu yeşillik, onun güzelliğini ön plana çıkarıyordu.
"Tıpkı ders kitaplarındaki gibi, hatta çok daha güzeli! Dünya'da olmanın nasıl hissettireceğini hayal ettiğimi hatırlıyorum, defterimin kenarına ve hücremin tabanına çizdiğim dünya tasvirlerini hatırlıyorum..."
"Bunun olacağını beklemezdim, hayatım boyunca göreceğimin o geminin duvarları olacağını düşünürdüm. Sanırım... Kötü olduğunu zannettiğimiz şeyler, bazı iyiliklere de yol açıyor." Çocuğun söylediklerine bir gülümseme ile yanıt verdi Clarke ve ani bir hareketle elinden tutarak onu ağaçların arasına sürükledi, "O zaman bunun tadını çıkaralım, ha?" diyerek. Ekibin sesi uzaktan geliyordu artık, ya da o öyle hissediyordu, zira o an orada sadece kendisi ve Bellamy var gibiydi. Bütün endişelerinden sıyrılarak etrafına dönüyor, çimenlere dokunuyor ve kahkaha atıyordu. Çocuk ise onu böyle görmekten mutlulukla dolup taşıyordu, kızın sevincini onunla beraber içinde hissediyordu adeta. Yere uzandı ve pembe çiçeklerden birini kopararak kızın kulağının arkasına sıkıştırdı, işte sarı saçları güzelliğini tamamlamıştı. "Teşekkür ederim..." diye mırıldandı Clarke, bu ufak, belki de büyük, jest onu fazlasıyla mutlu etmiş ve aynı zamanda utandırmıştı da. O inatçı, cesur kız bir anda pamuk gibi olmuştu, arada böyle hissetmesi gerekiyordu belki de... Yeri geldiğinde pekala, o inatçı kız olabilirdi!
Yere çimlerin arasında uzandıklarında Clarke, ona döndü. "Şimdi ne yapacağız?" diye sordu altlarındaki yeşillikte gezdirirken ellerini, hâlâ onları hissederek gerçekliğinden emin olmak istiyordu. Çocuk içini çekti, "Bilmiyorum... Sanırım onlara, uzaydakilere, yeterli bilgileri verene kadar bekleyeceğiz... Ama bunu istemiyorum. Buraya indiklerinde ne yapacakları belli olmayabilir, anlarsın ya... Bu kaçınılmaz olurdu. Her şeyi mahvetmelerini istemiyorum." Bileğindeki metal parçasında gezdirdi parmaklarını. "Ama yine de bir düzen kurmamız gerekiyor. Geri kalanın içerisinde fazlasıyla fevri olanlar var ve şu anlık tehlikemiz onlar diyebiliriz, ilk önce onların bazı şeyleri mahvetmelerine izin vermememiz gerek. Bu güzellik, özgürlük onların dikkatini fazlasıyla dağıtmamalı. Ama inan bana, bunu nasıl halledeceğime dair en ufak bir fikrim dahi yok." Kız, onu sakinleştirmek için yüzüne güven dolu bir gülümseme yaydı. "Tek olmayacaksın ki... Unuttun mu, bu işte beraberiz. Ve bu düzeni kurmak için ne gerekiyorsa yapacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cesur Prenses °•○ bellarke fanfiction
Fiksi PenggemarClarke kolunun acısıyla dudaklarını dişledi. Çok acıyordu ama bu Bellamy denen adamın yanında acıya dayanıksız biri olarak görünecek değildi ya? Hücre kısmına geldiklerinde Bellamy'nin elinin gevşediğini hissederek kolunu ondan kurtardı. Tuttuğu yer...