2. Bölüm: Şimşeklerin Yansıması
Arabanın onu öldürmesi ormandan daha az korkutucu olur diye düşünüyordu ama şimdi ona gürlemeyle yaklaşan aracı gözü kapalı beklerken adeta zaman yavaşlamıştı. Şiddetli fırtına ve o motor, çoktan sağır olması gerekirdi ya da korkudan kalp krizi geçirmesi.
Yüzünü yakan o sert rüzgarın içinde sanki arabanın getirdiği esintiyi hissetti. Büyük bir ses yankılandı ormanın içinde, dört tekerlekten çıkan bir patlamaydı adeta. Şiddetli bir fren sesiydi, belli ki son saniyelerde frene basmıştı.
Gözlerini zorda olsa araladığında bir flaş gibi patlayan arabayı ve rüzgarla havada uçuşan yaprakları gördü. Eski kırmızı araba tam dibindeydi. Yolun kenarına dizilmiş ağaçlar ve arkasında bir karaltı gibi görünen orman korkutucuydu.
Ellerini rüzgara karşı siper etmeye, gözlerini açmaya çalıştı. Arabaya yaklaşmadan önce şoförü görmek istemişti. Kurbanının çalınmasını istemezmiş gibi şiddetlenen fırtınanın arasından gördüğü tek şey orman gibi bir karaltıydı.
Eskisi gibi sert adımlarla sürücü koltuğunun kapısına yaklaştı. Kalbi dinmek bilmiyordu. Farlarla aydınlatılmış ormana bakmadan içeridekinin camını indirmesini bekledi. Yoksa sadece arabaya atlaması mı gerekirdi?
Cam yavaşça aşağı indi. Farlar arabanın içine ulaşamadığı için beklediği gibi bir yüz göremedi. Sadece hatları görebiliyordu, çeneyi, burnu ve rengini seçemese de içindeki derin parıltıyı görebildiği gözleri, yüzüne doğru gelen saçların bir kısmını görebiliyordu. O kadar garip bir histi ki içinde yaşadığı, Yıllar gibi gelen bu kısa maceradan sonra birini görmek, iyi veya kötü bir insan görmek çok büyük bir nimetti. Gözünde bir kahramandı bu adam, çaresizliğe ve yalnızlığa sızan bir umuttu bu araba.
Bir süre göz göze beklediler sanki, bu da neyin nesiydi, yoksa yine zaman mı yavaşlamıştı da bu bir yanılgıydı? Hadi, dedi içinden, bana bir işaret ver de arabaya bineyim. Gözlerindeki pırıltıları takip etti bir süre, o kadar yabancıydı ki bu adama, onlardan bile bir şey anlamadı. Tehlike? Merak? Hayır, merak değil. Öfke? Ya da sadece gökyüzünde çakan şimşeklerin yansımasıydı bunlar.
"Atla," dedi adam. Sesi Gizem'in kulağına farklı ve yeni gibi geliyordu ama kalbini boğazına getiren şey ses değil sözdü. Sıcak bir yere gidip bir şeyler yemek ve bunları yaparken hıçkırarak ağlamak istiyordu. Her şeyi tekrar gözden geçirmek, eski, odasının kapısına yaslanarak ağlamak.
Titreyerek, ıslaklıktan belli olmasa da ağlayarak arka koltuğun kapısını açtı. Sert rüzgar, yağmur ve dışarıdaki o savaş içeriye dokunmasın diye hızlıca oturdu, kapıyı kapattı. Ipıslak olmasına rağmen bir sıcaklık onu sardı, arabanın eski koltukları dünyanın en rahat şeyleriydi. Huzur veren bir koku vardı, fırtınanın sesi daha azdı. Arabanın içinde bir tek radyonun kırmızı ışığı yanıyordu.
Kafasını geriye atıp yaslandı, görünmese de gözyaşları sel gibiydi. Elleriyle atkuyruğunu kavradı, sinirini atmak istercesine bastırdı. Bir yandan da dudaklarını ısırıyordu.
Tüm bu duygusallığın yanında beyni de her şeyi düşünmeye çalışıyordu ama nafile. Daha önce de otostop çektiği olmuştu Gizem'in, hiçbiri böyle değildi ama. Diğerlerinden farklı olarak ikisi de konuşmadı, adam ne, nereye gideceksin, diye sordu ne de Gizem bir şey söyledi. Tuhaf sessizlik o kadar da rahatsız edici değildi. Adamın yüzünü görmek için çaba sarf etmedi, bazen içine konuşması için derin bir dürtü gelse de arabanın içindeki hava bunu engelliyordu. Burada olması gerektiği gibi davranmasına gerek yoktu.
Kafasını akıp giden yola, fırtınaya çevirdi. Bu şeylere bu kadar yakın olup etkilenmemek kadar güzel bir his yoktu.
Gözyaşlarını gizlememene rağmen görünmemeleri kadar huzur verici bir şey yoktu. Hayatı boyunca hep uyguladığı ve etrafındaki insanlardan da içten içe beklediği katı bir kuralı vardı; birinin yanında ağlamamak. Küçüklükten beri ne zaman gözleri dolsa, etrafındakiler yüzünden, patlasa bile akıtmazdı onları. Şimdi rahatça gözyaşlarını sildi, umursamadı, yolu izledi ve daha çok ağladı. Olması gerektiği gibi davranmasına gerek yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAFES
Fiksi RemajaZamanı gelmişti. Polislerden saklanan, kaçmayı başarmış birkaç patron, kaybettikleri her şeyleri ile Gizem'den intikam almaya geliyorlardı. Elinden tutup onu en başında kafese tıkan kişi yani Devrim, bir daha aynı görevi üstlenmişti. Ama Devrim bu s...