3. Bölüm: Ne Ölen Ne İyileşen Hastalar
Şimdi, şikayetçi olduğu patronunu, arada sırada kafeye uğrayan, hep mesajlaştıkları patronunun sevgilisini düşündü. O ön yargılarına lanet etti. Her gün kinayeyle süzdüğü o kadın gibi olmayı başaramayacak kadar beceriksizdi kendisine göre. Ne kadar aptalca bir hareket olduğunu düşündü rol yapmanın. Kendisine içinden tüm onur kırıcı hakaretleri sayarken, artık, uzun zaman uğraşıp geri aldığı hayatı mahvolmuşken, onurunun geride kalması gereksizdi. Tüm iğrenç insanları çeken bir mıknatısken, hayatını iğrenç insanlarla harcamışken, hala onlara kanacak kadar aptaldı.
Tüm öfkesini kendisinden çıkarmaya çalıştı çünkü kendisinden başka bir şeyi yoktu.
Gözlerini cama çevirdi, yansıyan yüzünü izledi, nefret ettiği ve artık tahammül edemediği kendisine baktı. Bir hiçe baktı. Hayat daha ne çıkaracaktı bilmiyordu ve bir önemi de yoktu.
Aklında, yıllardır sadece sesini alçaltmaktan başka bir şey yapamadığı o söz dönüp dolaşmaktaydı. Uzun zamandır ne inkar edebilmişti, ne de kabullenebilmişti bu sözü ama artık o söz bir hançer kadar keskin bir gerçekti.
Onlara her zaman "Asla normal bir hayatınız olmayacak. Siz herkesten farklısınız." Derlerdi.
Belki de bu sözler onun peşini bırakmayan bir bedduaydı. Nedense bu arabaya bindiğinden beridir aklı hastalıklı biri gibi bu sözleri düşünüp duruyordu.
Gözlerini sessizce kapattı. Düşünmek artık boşa bir çabaydı, buna artık harcayacak bir hayat kalmamıştı. Sessizce izledi camdan süzülen damlaları, bu yabancı adam takip ettiği bilinmez yolun bitmesini bekledi. Artık adamın gittiği yer Gizem'in boğulmamaya çalışacağı yeni bir dalgaydı.
...
Gözlerini usulca açtı.
Sık ağaçların arasından cama yansıyan kırmızı ışıklar, kusurlarla dolu ormanı aydınlatıyordu. Tüm yeşilliğin içinden bir kurşun kalem darbesi gibi geçen asfalt yol bile, o kırmızı ışıklar ile bu kusurlu güzelliğin bir parçası olarak görünüyordu. Tüm o fırtınadan kalan tek şey yapışkan çamur ve asfaltın üzerinde kırmızı görünen su birikintileriydi. Hızla giden arabanın içinden bilene yağmurun etkisiyle oluşmuş şelalelerin sesi duyulabiliyordu.
Gizem cama yasladığı yüzüne yansıyan ışıkların sıcaklığını ıslak bedeninde hissedebiliyordu. Güneş seven bir çiçek gibi uzanabildikçe yaklaşmaya çalışıyordu o ışıklara. Anlaması biraz zaman aldı tüm çıplaklığıyla önüne serilmiş yaralı ormanı.
Gözlerini kırpıştırdı. Dün onu öldürmeye çalışan orman şimdi çok iyi niyetli, aciz görünüyordu. Dün gece geldi aklına Gizem'in, hala yaşadığına inanmakta zorlanıyordu. Bir gerçek vardı ki, o fırtınadan dolayı yaralı ağaçlar, kırık dallar varken kendisi yaşıyordu. Yaşamaya devam etmek zorundaydı.
Aniden kafasını kaldırıp arabanın içine bakınmaya başladı. Uyuya kaldığını fark etmişti ve büyük bir pişmanlık duyuyordu. Ne zamandan beri yolda olduklarını bilmek isterdi, ne kadar gün doğmuş olsa da hala fırtınanın hakim olduğu bölgeden, ormandan ayrılamamışlardı.
"Neredeyiz, nereye gidiyoruz," dedi Gizem. Heyecanla söylediği sözleri hiçlikte yok olduktan sonra bir sessizlik oluştu. Gizem dün geceden beri merak ettiği yüz için dikiz aynasına baktı.
Onunla göz göze geldi. "Bir iki saat sonra varmış oluruz. Sen uyuyunca bende biraz kestirdim." Dedi. Gözleri çok farklı şeyler söylüyordu ama. İkisinin de gözleri çok farklı şeyler söylüyordu, öyle ki Gizem'in gözleri, korkudan gelen ağlama isteğinden dolayı alev gibi yanmaktaydı.
İlk önce tüm zaman durdu sonra tüm vücudu kasıldı. Kalbi uzun zamandır atmadığı gibi atmaya başladı. Bu fırtına da yaşadığı korkudan farklı bir korkuydu bu. Geçmişten gelen, acımsı bir tadı olan ölümcül bir korkuydu. En sonunda nefesi yetmez oldu.
"Sen." Dedi kontrolsüz, aciz bir sesle. Eliyle ağzını kapattı, gözyaşlarının akmasına izin verdi. Ayıramadı gözlerini o pis gözlerden.
"Ben," dedi o ses sakin bir şekilde. Başka hiçbir şeyin kendisine yaşatamayacağı o korkuyu yaşadı, tekrar. Kendisini öldürüp diriltmiş olan adamın sözü en can alıcı şeydi, bu söz Gizem'e bunun ölümcül bir tesadüf olmadığını düşündürdü.
Gizem'in gözleri dikiz aynasında olsa da gördüğü şey, yıllardır unutmak için kendini hırpaladığı o anılar, acı içine kıvranan geçmişteki bedeniydi. Nefret ve isyanla bağırdı. "Sen," diye. Reddediyordu bir daha aynı şeyleri yaşamayı. İnkar ediyordu bir türlü kurtulamadığı o karanlığı. İsyan ediyordu bu adamla tekrar karşı karşıya gelmesine sebep olan her şeye.
İşte şimdi biliyordu arabaya bindiğinden beridir aklında dolaşan o sözlerin nedenini. Biliyordu ki, bu adamın her yanına yaklaştığında ruhu, kırılgan, esir ve değersiz bir çocuk oluyordu. Ruhu, hayatını ve tüm duygularını, mantığını alaşağı eden bu adamın yanındayken korkuyla kenara kaçıyor, o sözleri her şeyiyle benimsiyordu.
Eli ağzından aşağı düştü. Gizem'in gözleri onu aşağılarcasına kısıldı. O gri gözlere bakarak kendine söz verdi, bu onları son görüşü olacaktı, aynı eskiden verdiği gibi. Elini, hızla giden arabanın kapısına attı. Kolu çektiğinde beklediğinin aksine kapı açılmadı. Gözlerini ondan ayırıp tekrar denedi. Sonra bir daha denedi. Delirmişçesine tekrar ve tekrar denedi.
Gözyaşları bir perde gibi sardı gözlerini, bulanık görünen kapı açılmak zorundaydı. Başka bir seçenek olmamalıydı. En sonunda pes etti, kafasını yüzü aşağı bakacak şekilde kapıdaki eline yaslayıp hüngür hüngür ağladı. Birçok şey Gizem'i ağlatabilirdi ama bu adam bir kalkan gibi kullandığı tüm gücünü yıkıyordu Gizem'in.
Kafası elinin üstündeyken belki de çıkardığı en nefret dolu sesiyle, tüm o gözyaşlarına rağmen kesin bir tonla "bırak beni." Dedi.
Yere damlayan gözyaşlarını izledi. Uzun bir sessizlik oldu. Tüm inatçı kişiliğine rağmen Gizem pes etmişti. Gidebileceğine inancı yoktu.
Araba hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Bir süre sonra Gizem, arabaya binmeden önce sertçe esen o rüzgarı düşündü. Bu adamın onun nasıl burada olacağını ve çaresiz olacağını bildiğini düşündü. Bu düşünce aklına gelir gelmez gözlerinin önünde Uğur'un ecel terleri döken yüzü belirdi. Uğur'u bunu yapması için tehdit etmiş olabilir miydi?
Kurtulmanın imkansızlığını kabullendi ve uyumayı diledi. Unutmayı, en azından bir süre düşünmemeyi. Onu sarsmayı ve arabayı durdurmasını sağlamayı deneyebilirdi ama yapmadı. Artık düşünmek istemiyordu veya çırpınmak çünkü o geri dönmüşse bir sebebi vardı ve o, asla o sebebin peşini bırakmazdı.
Gözlerini usulca kapattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAFES
Teen FictionZamanı gelmişti. Polislerden saklanan, kaçmayı başarmış birkaç patron, kaybettikleri her şeyleri ile Gizem'den intikam almaya geliyorlardı. Elinden tutup onu en başında kafese tıkan kişi yani Devrim, bir daha aynı görevi üstlenmişti. Ama Devrim bu s...