1. Bölüm

1K 64 78
                                    

İki katlı eski tahta evin üst katında yere kurulmuş sofra vardı. Saat beş buçuktu, yarım saat önce sabah namazı vakti çıkmıştı. Yirmi yaşındaki karı-koca, sessizce kahvaltı yapıyordu. Bir hafta önce şehirde evlenip köylerine dönmüşlerdi. Daha doğrusu eskiden köydü. Şimdi onların hanesinden başka kimse yoktu. Yalnızca uçsuz bucaksız ağaçlar ve fındık dalları vardı. Dağın başındalardı. Yazın bahçe sahipleri gelir fındıklarını toplar, giderdi. Birkaç sene gelmedikleri bile olurdu. Ulaşımın olmadığı, şehire inen yola ise tepenin aşağısındaki köyden gidilen bir yerdi. Onların evine gelebilmek için dağa çıkmak gerekliydi.

Doğduğundan beri burada yaşayıp büyüyen, çobanlık yaparak geçimini sağlayan Ahmet için, buralar yuvaydı, yalnızlıkla bir olmuştu. Karşısındaki Ebrar ise, böyle köhne yerlere hiç yakışmıyordu. Her şey birkaç ay içinde gerçekleşmişti. Çocukken aynı köyde yaşayan, sonradan iş için ailesini alıp büyük şehire giden aile, onu kızlarıyla evlendirmişti. Ölmüş babaannesi Ahmet'e yemin verdirmişti. Onunla evlenmek isteyen olursa asla reddetmeyecekti. Sene başında şehirdeki amcası kendisini yanına çağırmış, evlenmek isteyip istemediğini sormuş ve evlendirmişti.

Peki bu kız, onunla evlenmeyi niye kabul etmişti?

Eli, kolu, bacağı yok desen, vardı, gözü görmüyor desen, görüyordu. Kendi de güzeldi. Ahlakı kötü desen, bir haftadır tüm aksi davranışlarına sabretmiş, bağırıp çağırmamıştı. Buralarda hiç rast gelmediği kara çarşafı bile giyiyordu. Sabah namazına ondan önce kalkmasına ve her gün Kur'an okumasına bakılırsa, kurslarda okumuş hocaydı.

Peki ne diye onunla evlenmişti?! Yıllar sonra gelip ne diye huzurunu kaçırmıştı?!

Muhtemelen evde aşırı dayak yiyordu ve çareyi evlenmekte bulmuştu. Aşağı köydeki köre gelen gelin gibi, birkaç haftaya kalmaz kaçar giderdi. O zamana kadar görmezden gelmeye karar verdi. Yesin, içsin, uyusun, kış girmeden bir an önce gitsindi. Onun güzel yüzüyle uyandığı sabahlar çoğaldıkça, kadına bakmamak zorlaşıyordu. Çocukluğu aklına geliyor, topladığı meyveleri eteklerine dökmek istiyordu.

Bir an önce gitsin, adamı rahat bıraksındı!

-

Ebrar, onu izleyen sert bakışlar altında usulca kahvaltı yapmayı sürdürdü. Tereyağlı yumurtanın tadına bir haftadır doyamamıştı. Her şey doğaldı. Tereyağını da, yoğurdu da, Ahmet kendisi yapmıştı. Bittiğinde de o yapacaktı. Elektrik vardı, çeyizine en büyük buzdolabını almıştı. Yoğurdunu falan her şeyi orada tutuyordu. Evlerine hamal tutup taşıtmışlardı. Bir de, en büyüğünden derin dondurucusu almıştı. İçi evlenmeden önce kendi elleriyle yaptıklarıyla doluydu. Pastalar, börekler, etler, akla ne gelirse gelsin hepsi vardı, Allah'a binlerce şükürler olsun. Rahman ondan razı olsun, hayırlı ömür versin, babası her istediğini yapmıştı.

Elektrik parası kesin bu ay çok gelecekti. Bu öfkeli adamın, faturaya ne tepki vereceğini kestiremedi. Hâlâ onu izliyor olmasına ses etmedi. Ahmet zor biriydi. Çocukken bile onu anlamak zordu. Ahmet'in babası, annesiyle onu dövdükçe, Ebrar kendi babasının koynunda ağlardı. Onlara yardım etmesi için yalvarırdı. Kızının gözyaşlarına dayanamayan adam da, eli mahkûm, hayvandan aşağı herifi uyarırdı. Duyduğu ağır hakaretleri yutar, geri dönerdi. O ya da bir başkası herifi uyardıkça, ailesine daha fazla şiddet uyguladığını fark etmiş, artık ses etmeyi bırakmıştı.

Zaten çok geçmeden ani kararla, pılısını pırtısını toplayıp büyük şehire gitmişti. Çalışkan adamdı, şehire de, hızlı yaşama da kolayca uyum sağlamıştı. Ebrar'ı Ahmet'ten ayırmak zor olacağından, o uyurken kaçarcasına yola çıkılmıştı.

EbrarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin