Bölüm Bir - “Banshee Cinayeti”
(GİRİŞ)—ÖLÜ ADAM YEMEK ODASINDAYDI. İfadesiz yüzü tavanda ki kabartmalara bakacak şekilde, üzeri boş ahşap yemek masasında boylu boyunca yatıyordu. Adı, Albireo Lexus Flauberght'ti. Bir gün öncesine kadar ailesinden geriye sağ kalmış nadir üyelerden biriyken, şimdi ise hâlâ devam eden ve tam sebebinin bilinmediği Banshee cinayetlerinin kurbanlarından yalnızca biriydi. Üzerinde Hanesinin renklerine uygun —ki bunlar da siyah ve füme gibi siyahın tonlarından oluşuyordu, yapılmış ve usta ellerden çıktığı jilet gibi keskin kenarlarından belli olan, kaliteli bir takım ve sol yüzük parmağında elmas-opal alaşımı bir yüzük vardı.
Bıçaklanmıştı, tam üç kez, tam kalbinden.
Bunların dışında iki gözü de oyulmuş ve dili kopartılmıştı. Boylu boyunca yattığı masadan aşağıya akan kan kurumuş ve cilalı parkelerin üzerinde hoş olmayan bir leke bırakmıştı. Oda düzenliydi, kavga belirtisi yoktu. Adam, fani dünyada yaşamayı seçen Feylerden biriydi, bu günlerde böyle seçimler yapanlar en iyi şekli ile hain, en kötü şekli ile ise içi boş olarak tanımlanıyordu. Kurbanın bir ilişkisi, çocuğu, eşi ya da yakın çevresinde olan kimse yoktu. Yaklaşık bir milyon yaşındaydı ve fena hâlde pahalı bir moda zevki vardı.
Auster'e göre Bansheeler dokunulmaz varlıklardı ancak masanın üzerinde ki ceset —ve haftalardır gördüğü diğerleri, tam aksini iddia ediyordu. Son zamanlarda oldukça çok kez yaptığı gibi odayı dolaştı, yüzeylere ve zemine göz gezdirdi. Terraların burada oldığuna dair duvarlarda çatlaklar aradı ancak bir şekilde cesede bakmamayı başardı. Mecbur kalmadıkça derisi hafiften pörsümeye başlamış adama bakıp midesini bulandırmak istemiyordu, bu çabasına rağmen işi gereği cesedi incelerken gördüğü boş göz yuvaları hâlâ zihninde belirip duruyordu ve evet, fazlasıyla rahatsız edici bir görüntüydü.
Bakışları pencereden dışarıya kaydı. Evin içi ne kadar özenli bir şekilde dekore edilmişse, üç katlı malikanenin bahçesi de bir o kadar bakımsızdı. Bir zamanlar yaprak dolu olan ağaçlar, mevsimi olmamasına rağmen tamamen çıplak kalmıştı. Sararmış otlar, ortalama bir insan boyunun yarısına denk gelecek kadar uzamıştı, bahçeden eve bakan biri perili ya da lanetli evleri konu edinen gerilim filmlerinin burada çekildiğini düşünebilirdi. Evin arka bahçesinde küçük bir mezarlık olması da cabasıydı.
Odada ayak seslerini duyunca kafasını çevirip baktı ve Cassius'un gergin olduğu her hâlinden belli olan surat ifadesi ile kendisine doğru geldiğini gördü. Tanrı, sarı ve kahverengi arasındaki tüm renk ve tonlamaları paletine doldurmuş, ardından da vahşi fırça darbeleri ile oğlanın saçlarına saldırmış gibiydi. Altın, kumral, bal köpüğü ve sütlü çikolata rengi tutamların her biri farklı yöne bakıyordu. Özenle dağıtılmış gibiydi ancak Auster, bu kargaşanın Cassius'un doğal saçı olduğunu biliyordu. O ve Cassius, küçük bir çocuk olup birbirlerine Kelpie yakaladıklarına dair abartılı yalan hikayeler anlattıkları yaştan beri dost sayılırlardı. Elbette ki ilk zamanlar ve özellikle de ergenlik çağında iken Auster aralarındaki kardeşlik bağını çok daha farklı bir ilişli çekimine yormayı ummuş olsa da, zamanla böyle bir olasılığın olmadığını anlamış ve kızların yolundan çekilerek bir çok yakışıklı erkekle kısa süreli ilişkiler yaşamayı tercih etmişti.
Cassius alnına düşen bir bukleyi elinin tersiyle geriye ittikten sonra masanın üzerinde ki cesede kaçamak bir bakış attı. "Bir şey bulabildin mi? Diğerlerinden farklı olan?"
Auster hafif bir iç çekerek, "Pek sayılmaz" diye yanıtladı. "İşini bitiren tek bir hamle, muhtemelen de hançer, kalp hizasını bir milim bile ıskalamamış. Epey isabetli bir vuruş ancak adam öldükten sonra iki kez daha bıçaklanmış. Katilin bir psikopat olmadığını düşünürsek, bu yaptığını öfkeye yoruyorum. Diğerleri yalnızca bir kez bıçaklanıp bırakılmıştı ve onların ne gözleri oyulmuştu, ne de dili koparılmıştı."
"Belki de sevgili Albireo katile diğerlerinden daha fazla sorun çıkartmıştır. Ya da katil bir psikopattır ve bu sefer canı dondurma kaşığıyla göz oymak istemiştir?"
"Eh, o da her zaman ihtimal dahilinde tabii... Karşı koymamış, vücudunda kavga ettiğine dair bir belirti, morartı ya da kızarıklık yok. Ayrıca büyü de kullanılmamış, Albireo Flauberght ölümlüler arasında kalmaya başladığından beri muhtemelen onlar gibi yaşıyordu. Tam olarak ölüm vaktini söylemek zor ama en iyi tahminimle yaklaşık 20 saat öncesinde öldüğünü söyleyebilirim."
Auster derin bir nefes alıp, Cassius'un söylediği şeyleri hazmetmesi için zaman tanıdı. Yetişkinliğe ermiş bir Banshee'yi değil öldürmek, gizlice yaklaşmak bile imkansız sayılırdı. Küçükken kamp ateşinin başında birbirlerine korku hikayeleri ve efsaneler anlatarak büyümüştü ve onlar olmasa bile aklı başında olan herkes, özellikle de Kraliçe Kalliroe'nin tahta çıkışından sonra, Flauberght Hanesinden kimseye bulaşmaması gerektiğini bilirdi. Auster nasıl bir güce sahip varlığın, yaklaşmakta olan ölümü hisseden Bansheeler'i öldürdüğünü bilmek bile istemiyordu. Onlara bunu yapanın, kendilerine neler yapabilecegi fikri korkutucuydu ve sürekli birbirinden çılgın teoriler üretip, cesetleri inceleyen Auster'ın artık tek istediği sıcak bir çay içerek dinlenmekti.
Tuğla şömineye bakan tekli koltuğun üzerinden kabanını alır ve giyerken —Moskova tahmin edebileceğinden çok daha soğuktu— tek kaşını kaldırdı. "Sen bir şey bulabildin mi?"
"Aslında pek bir anlam ifade etmiyor ama belki bunu —Cassius ceketinin iç cebinden bordo kapaklı bir albüm çıkarıp Auster'ın görmesi için havaya kaldırdı— Yücelerin önüne atıp, ah katil kesin bu albümde fotoğrafı olan birisidir diye atıp tutabiliriz."
Auster boyunluğunu da takıp kaşlarını kaldırdı. "Nerde buldun onu?"
"Yatağının altındaydı, hiç yoktan iyidir işte."
Evet, diye düşündü Auster. En azından Konseyin önünde sallayabileceğimiz bir et parçası var. Hiç yoktan iyidir.
İçinden gelen koşarak evden çıkma dürtüsünü bastırıp “normal” bir hızla Cassius'un arkasından ürkütücü malikaneden çıktı. Taş merdivenleri inerken sordu, "Cesedi orda mı bırakacağız?"
Cassius, Auster'e hoşnutsuz bir bakış attı. "Gerçekten ölü bir Banshee'yi yanında taşımak istiyor musun?"
Auster cevap vermedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
scream on melody
Viễn tưởngÇığlıklarıyla ruhu bedenden ayıran Bansheeler, insan eti ile beslenen Kelpieler ve bela mıknatısı olan Changelingler ile dolu Trivian kaosun eşiğinde. Kendilerini ölümlü insanların tanrıları olarak gören türlerden Banshee soyu birbiri ardına öldürül...