Bugünkü görevim epey zordu. Seri katil Park Chanyeol koca günün tek hedefiydi. Onu yakalamak ve öldürmek zorundaydım.
Hızlı adımlarla dar sokaklardan geçen merdivenleri iniyordu. Peşinden koşturmak benim için gerçekten zordu. Benden kesinlikle daha hızlı koşuyordu.
Merdivenler bittiğinde dönüp arkasına baktı ve sırıttı. O köşeyi dönerken ben de merdivenlerin sonuna doğru ayrılan diğer ara yola daldım. Çöp tenekesinin kenarında duran demir sopayı kavrayıp koşmaya devam ettim.
Tam önüne çıkmak üzereyken metro istasyonuna girdi. Bindiği metroya koşarken insanların garip bakışları üzerimdeydi.
Demir sopayı istasyonun orta yerine fırlattım ve kapanmak üzere olan kapıdan içeri daldım. İçeri son kapıdan girdiğim için epey yürümem gerekecekti.
Aniden 27. Koltuğun altındaki silahı hatırladım. Öne doğru koşmaya başladım. İnsanlar beni görünce, bir katil kovaladığımı anlayıp kenara çekilerek işimi kolaylaştırıyordu.
Tam silaha yaklaşırken Chanyeol benden önce davrandı. Silahı alır almaz duran metrodan dışarı atladı. İzdihamın içinden yeni çıkmıştım ki, onun merdivenlerin sonunda olduğunu fark ettim.
Merdivenlerden çıkıp peşinden ateş ettim. Kurşunlarımın bittiğini fark edince silahı belime yerleştirdim. Demir sopamı attığım için neredeyse pişman oluyordum ki, karakolun önünden geçtiğimizi fark ettim. Duraklayıp polislerden birinin belinden silahı kapıp koşmaya başladım.
"Yah! Park Chanyeol! Teslim ol! Daha fazla kaçamazsın!"
"Bana kıyabileceğini mi söylüyorsun?!"
Tüm gücüyle koşuyordu. Bir de beni sevdiğini söylüyordu. Teslim olmamak için direnirken ona nasıl inanabilirdim?
"Dur dedim sana! Yoksa ateş ederim!"
Aniden bir sokaktan girdi. 33 numaralı otobüsü aradığına emindim. Çünkü onun geçtiği durağa doğru koşuyordu. Ne yazık ki 33 numaralı otobüs, ben ona yetişene kadar durağa gelmişti.
Chanyeol otobüse bindi ve en arka koltuğa doğru adımlarını hızlandırdı. Otobüs gitmiyordu. Bunu fark edince, bindiğim otobüsten hemen aşağı indim. Anlaşılan otobüsün içinden bir şey alıp öyle inecekti.
Gözüm caddedeki dev ekrana takılmıştı. Elimde silahla kocaman bir fotoğrafım vardı.
'Yılın Polisi Oh Sehun.'
Ekrandaki değişen renkleri izlemeye dalmışken Chanyeol yanımdan koşarak geçti. Ben de silahımı hazırlayıp koşmaya başladım. Muhtemelen birkaç gün yürüyemeyecektim. Çünkü bacaklarım artık benden bağımsız hareket ediyorlardı. Yerlerinden çıkmadıkları için hala şaşkındım.
"Ateş etmemi istiyorsan durmayacağım Park Chanyeol! Adalete teslim ol!"
"Senin aşkıma teslim olduğun gibi mi?!"
Bağırırken hala koşuyordu. Gücüm tükenmek üzereyken Han Nehri'ne doğru koştuğunu fark ettim. Yoksa teslim olmaya mı karar vermişti? Oradan kaçabileceği bir yer yoktu.
"DUR ARTIK!"
"BENİ SEVDİĞİNİ SÖYLERSEN DURURUM!"
"SÖYLEMEYECEĞİM!"
Tüm gücüyle koşarken aniden durdu ve bana döndü. Kollarını iki yana açıp gülümsedi.
"ÖLDÜR BENİ! ÖLDÜR ÖYLEYSE!"
"BUNU SEN İSTEDİN SERİ KATİL PARK CHANYEOL!"
Tüm kurşunları göğsünü hedef alarak boşalttım. O hala tebessümle bana bakıyordu. Sonra aniden yere yığıldı. Gözleri kapalı yatıyordu.
"Yah! Channie!"
Gözlüğü ve silahı yere fırlatıp yanına koştum. Yere çöküp başımı göğsüne yasladım. Kalbini duymaya çalışıyordum, ama hiçbir ses yoktu.
Aniden gözlüğü çıkarıp fırlattı ve kollarını etrafıma sardı. Kahkahaları sinirimi geçirmeye yetmiyordu.
"Yah! Korktum aptal!"
"Demek beni sevdiğini söylemek yerine göğsümü delik deşik ettin hm?"
"Ama bu bir oyun Channie~ Ayrıca biliyorsun ki patron oyunu iyi oynamamızı söyledi."
"Bence bana şirinlik yapman seni kurtarmayacak."
"Ama~ Sadece oyun olduğu içindi~ Hem sen yere düşünce çok korktum."
"Beni sevmeyeceksen gerçekten ölmeyi tercih ederim Sehun. Bu söylediğim oyun değildi."
Bir sanal gerçeklik oyununun tanıtımı için çalışıyorduk. Oyun piyasaya çıkmadan önce oynayacak, tüm aşamaları test edecektik. Halkın paniğe kapılmaması için aylar öncesinden tanıtılmıştık. Bu yüzden hiç sorun yaşamıyorduk.
"Seni çok seviyorum Channie~ Söz, bir sonraki sefere ben katil olacağım."
"Sıradaki oyun sanırım hırsız kovalamaca olacak."
"Başkasıyla oynayamazsın."
"Tabi ki oynayamam."
"Çünkü sen benimsin.
"Çünkü sen de benimsin."
"Sonsuza kadar~"
"Yılın Polisi Oh Sehun hm?"
"Ama bugünün oyunu buydu~"
"Karakolun önündeki sanal polislerden silah alabildin mi? Çalışıyor muymuş?"
"Hmhm~"
Çimlerde onunla uzanmak bile bana mutluluk veriyordu. Gerçekten böyle bir hayatımız olsaydı ne yapardım bilmiyordum. Tüm bunlar bir oyunun parçası olduğu için şanslıydım.
Belki aptallıktı yaptığım. Belki de aptaldım bilmiyorum. Fakat her ne olursa olsun bir aptal gibi onun peşinde koşabilir, en olmayacak işlere girebilirdim.
Aşkın kendisi aptallık değil miydi zaten? Aşk kalbe dolarken, beyin işlevini neredeyse yitirmiyor muydu? Aşık olmak bile başlı başına bir çılgınlıkken, insanın yapacaklarının nasıl bir sınırı olabilirdi ki?
Hayatımda her anımı birlikte geçirdiğim, sürekli güzel anılar biriktirdiğim ve çok sevdiğim bir sevgilim vardı. Son nefesime kadar onunla her türlü çılgınlığı yapabilirdim. Çünkü aşk birlikte her çılgınlığı yapabilmekti ve biz bu tanıma kesinlikle uyuyorduk.