Tanrı'nın inci kolyesi neden olduğu bilinmeksizin aniden kırılmış inciler yeryüzüne sesli bir şekilde dökülmüştü. Tanrı ise yalnızca düz bir ifadeyle kopan ipleri de incilerin ardından attı. İnci taneleri bazılarının gözyaşlarını gizler, bazılarına huzur verir ve bazılarına da hüzün eker. İpler ise küçük çocukların çığlık atmalarına ve ağlamalarına sebep olur.
Park Jimin ise bu iplerle aniden irkildi.
"Keşke." dedi içinden, "Keşke şu an burada olmasaydım, bu güzel çocuğun gözlerindeki canımı böylesine yakan alevi görmeseydim."
Jeon Jeongguk ise yalnızca pişman olmuştu. Büyük olanın kalbini ellerine alıp ufaladığını çok sonra fark etmişti.
Gittikçe büyüyen kavgada ne söyleyeceğini bilmeyerek geriye doğru adımlamış, arkasındaki camı kırmış ve en keskin parçaları büyük olanın suratına püskürtmüştü.
Dudaklarının kanadığını ise yeni fark ediyordu. İnce parmaklar dudaklarına tırmandı.
Az önce birbirlerini kırmaktan hiç korkmuyorlarmış gibi bağırırken şimdi ise biri ses çıkarsa paramparça olacakmışcasına susuyorlardı.
Bu sessizlik ikisine de acımazdı.
Jimin küçüğünün karşısında bükülmüş, büküldükçe kırılmış, kırıldıkça azalmıştı.
Gözlerine bakamıyordu. Bakamazdı.
Gece ışıklarını kaybetmiş tüm yıldızlar en güzel Jeongguk'un gözlerinde parlardı. Bu sözlerden sonra asla o yıldızlara bakamazdı.
Jeongguk ise gözlerine bakıp bir şeyler söylemesi için ayağına kapanabilirdi. Kendine hakaretler etmesini, belki de kendisine vurmasını istiyordu. Bunları söyleyenin o olmadığına inanmasını istiyordu. Ondan nasıl inanmasını bekleyebilirdi? Kendisi bile inanmıyordu ki.
Ellerini uzattı. Bu zamana kadar Jimin ne zaman ona gelse ondan kaçmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu karşısında. Ama her seferinde kaçacağını bilmesine rağmen Jimin ona koştu.
Kaçtığı mevsimlerde beraber soluklanırlardı.
Bu zamana kadar Jimin ona ellerini uzatmıştı. Şimdi ise kendini geriye çekiyordu. Kendini ondan nefret ediyormuş gibi geriye çekiyordu.
Jeongguk dayanamadı.
Yıldızların yanaklarına damlamasını durduramadı.
Jimin bakışlarını yalnızca havada duran eline odaklamıştı. Bir heykel gibi dikiliyordu önünde şimdi. Ağzı hafif açılmış, sindirmeye çalışıyordu karşıdakinin zehirli kelimelerini. Gözleri şaşkınlıkla aralanmış, hayalkırıklığıyla bezenmişti. Kalan gücünü topladı ve sesinin titrememesi için kendini çok sıktı.
"Ben.." duraksadı.
"Senden bunu beklemezdim. Ne yaparsan yap! Ve sakın ama sakın beni arama!"
Ne olduysa on saniye içinde oldu. Jimin, bu sözleri boğazını acıtacak derecede bağırıp Jeongguk'un eline vurdu, ceketini aldı ve her şeyi ardında bırakmak için kapıyı arkasından sertçe kapattı.
On saniyede Jeongguk, sürekli kaçtığı adamın ondan kaçışını izledi.
On saniye, Jeongguk'u Jimin gibi paramparça etti.
On saniye, Jeongguk'u çok yalnızlaştırdı.
Küçük olanın görüşü bulanıklaşmıştı ve az önce büyüğünün vurduğu eliyle gözyaşlarını sildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yağmurlu bir gecede, bana ilk gelişiydi | jikook
Fanfictiononeshot "Ne yaparsan yap! Sakın beni arama!" "Özür dilerim." "Neredesin? Neredesin söyle seni almaya geleyim." - Jikook'un o yağmurlu gündeki kavgasından esinlenilmiştir.