Rüyasız uykusuna sızan çocuk sesleriyle kara gözerini araladı genç adam.
Bulanık bakışlarını netleştirip komodinin üstündeki küçük saate odakladığında gün ortasını iki saat geçtiğini gördü. Neyse ki hafta sonuydu ve gitmesi gereken bir işi yoktu. Sırtüstü dönüp gözlerini ovaladıktan sonra kollarını gevşekçe iki yanına düşürdü ve bir süre sıvası bozulmuş tavanı seyretti.
Nasıl olmuştu da bir kez onu terk etti mi geri dönmeyen uykuya tekrar kavuşmuştu, o da şaşkındı bu duruma. Sokakta bağrış çağrış oynayan çocukların sesi tekrar odasını doldururken yatağından kalktı ve yaz sıcağının yanında gece gördüğü kâbusun da yüzünden sucuk gibi olmuş bedenini arındırmak için küçük banyoya yöneltti adımlarını. Bir camın kırılma sesini işittiğinde önce çocukların çil yavrusu gibi kaçıştığını, sonra da yaşlı bir adamın bağırdığını duydu.
"Ulan eşşoğlueşşekler! Ben demedim mi lan size dükkânın önünde oynamayacaksınız diye?! Kaçmayın lan haramzadeler!"
Mahallenin camcısı Arif amca ile özdeşleşmiş kelimeyi duyduğunda hafifçe gülümsedi Kubilay. Onu tanıdı tanıyalı mahallenin çocuklarının sürekli camlarını kırmasıyla boğuşup duruyordu adamcağız. Pencereleri demirle korumaya almasını söyleyenlere ise demirlerin ardında kendini hapishaneye girmiş gibi hissettiği karşılığını verip reddediyordu. Neticesinde ise ayda en az bir kere kırılıyordu zavallı camları, her şeyin bir bedeli vardı nihayetinde. Neyse ki adamın mesleği camcılıktı da en azından kendi söküğünü kendisi dikebiliyordu.
Yokuşta bulunan sokağın düzayak başlangıcındaki dükkânın önü, çocukların oynaması için en müsait yer olduğundan onlar da kendi çaplarında haklıydı, onlara da bir şey diyemiyordu insan. Çocuk dediğin oyunla büyüyordu ne de olsa.
Kubilay bunları düşüne düşüne soğuk suyla aldığı duşunu bitirdi ve havlusunu beline sarıp giyinmek için odasına döndü. Sezen olsa soğuk duş aldığı için paylardı onu.
Ama yoktu.
Derin bir nefes alıp verirken tişörtünü başından, bermudasını bacaklarından geçirdi ve kısa kesimli saçlarını havluyla şöyle bir kuruladı. Gözü, şifonyerin üstündeki çerçeveye takıldığında saçındaki elleri durdu ve havluyu yatağın üstüne gelişigüzel fırlatıp için için acıyan yüreğiyle çerçeveyi aldı.
Sezen onu bırakıp gitmeden önce çektikleri son fotoğraftı çerçevedeki. Kubilay'ın içinden gelerek güldüğü, mutluluğu son kez tattığını bilmeden otuz iki diş sırıttığı son fotoğraftı.
İki üç sene öncesine kadar ağlamadan bakamadığı fotoğrafı seyrederken şimdi gözlerinin bile dolmuyor olmasına sevinmeli miydi yoksa üzülmeli miydi emin olamıyordu. Fotoğrafta, altın saçlı başını omzuna yaslayıp kocaman gülümseyen genç adamın yüzünü okşadı ve hafifçe titremeye başlayan elleriyle çerçeveyi yerine koyup cüzdanı, telefonu ve anahtarını alarak evden çıktı.
Kapısını kapatmasıyla karşı dairede yaşayan ev sahibi Mücella teyzenin kapısını açması bir olmuştu. Bazen bu kadının beyninde radar sistemi olduğunu unutuyordu Kubilay, kiracılarını takip etmek konusunda eşi görülmemiş bir becerisi vardı; karşı daire, üst kat veya iki üst kat olsun fark etmiyordu, çıt bile çıksa anında kapıda beliriyordu. Ve şu anda da karşısında belirivermesinin tek bir nedeni olabilirdi.
"Kirayı geciktirdin yine Kubilay."
Beyaz saçlarına sardığı bigudiler, ayağına geçirdiği tüylü terlikler ve üstünden hiç çıkarmadığı pembe çiçekli sabahlığı ile karikatürlerden fırlamış gibi görünen Mücella Hanım'ın dikkatini neyin dağıtacağını çok iyi biliyordu Kubilay. Birçok kadında olduğu gibi onda da var olduğunu bildiği yumuşak karnından vuracaktı ev sahibini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sezenler Olmuş | bxb |
Tiểu Thuyết ChungBeş yıl önce bir trafik kazasında sevgilisini kaybeden Kubilay, yüreğindeki acılar eşliğinde kenar bir mahallede sıradan hayatına devam etmeye çalışmaktadır. Bir yaz günü oturduğu apartmana taşınan yeni komşusu Timuçin ile tek ortak noktaları yürekl...