"Yaptığın işi sikeyim Jungkookie, nereden çıktı randevu fikri?" diye söylendim, bir yandan aynada kendimi süzerken. Sıkılmıştım bu çocuğun zorla beni birileriyle her gün baş göz etmeye çalışıp benden bir şeyler ummasından. Homurdandığını işittim. Ayak sesleri odama doğru yaklaştı ve kapı pervazından kafasını uzattı.
"Ne kadar çok homurdandın be, huysuz kaplumbağa." dedi oflayarak ve yanıma geldi. Kollarımdan tutup kendine döndürdü ve iki kolunu sımsıkı kavrayıp sarsarak "SEN ARKADAŞ GRUBUNDAKİ TEK GAY ÇİFTİN İÇİNDE OLMAK NE BİLİYOR MUSUN?" diye bağırdı suratıma tükürerek. Elimle yüzümü abartı bir tiksintiyle sildim ama o aldırış etmeyip mızmızlanmasına devam etti:
"Taetae devamlı çoklu buluşmalar istiyor ama şu işe bak ki bizim tek tanıdığımız gay çift yine kendimiziz. Acilen birini ayarlamam gerekiyor sana." dedi dramatik bir edayla. Bu çocuk iflah olmazdı. Memnun olmasam da onaylar bir ifadeyle kafamı aşağı yukarı salladım. Yanağına doğru elimi götürüp minik bir el şakası yaptım ve "Tamam öyleyse, ben buluşma yerine doğru hareketleneyim. Umarım leydi Taehyung yine aşırı romantik kankalarından birini yollamıyordur." diye ekledim göz devirerek. Evden bir an evvel ayrıldım ve kendimi kaldırıma attım. Her seferinde böyle oluyordu. Israrla Tae benim için gözüne birilerini kestiriyor, sonra bu hızla benim de o kişileri direkt beğenmemi bekliyordu. Jungkook da ona her zamanki gibi ayak uydurmakta geri kalmıyor, her başarısız randevumun sonucunda olumlu -ya da daha çok istediği- cevabı benden alamayınca bana iki gün boykot uyguluyordu. Tamam, ben de müzmin bekar olmaktan memnun değildim ama birine kör kütük bir anda saplanacak kadar da aptal değildim. Mantığımı dinleyerek geleceğime yön vermek istiyordum. Tüm bunlar zihnimi fazlasıyla meşgul ederken, bir anda gelen korna sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Bayağı yürümüş olmalıydım. Kafamı kaldırıp etrafıma bakındığımda, 40 metre ileride randevu için ayarlanan kafenin tabelasını gördüm. Kendimi oraya doğru yönlendirdim hızlıca. Olsun ve bitsindi artık tüm bu randevular. Yalnız geldiğim kafeden, yine yalnız bir adam olarak ayrılacağımın eminliğiyle kafenin içine adımladım. En köşede oturmam gerektiğini, çocuğun değilse beni bulamayacağını defalarca kez söylerek aklıma kazıyan Jungkook'a uyarak en köşedeki masaya geçtim. Sol bileğimi döndürerek kaldım ve göz hizama getirdim. Neyse ki tam saatinde buradaydım. Etrafa göz gezdirdim sıkıntıyla fakat gözlerim etrafı hızlıca tararken, kapıdan içeriye giren adamla donakaldı. O an, her şey karıştı ve her şey bir anda anlam kazandı. Gözleri beni buldu. Hafifçe irileşti. Bana bakıyordu. Gözlerini çekti ve etrafına bakındı. Kim bilir hangi şanslı insanın yanına gidiyor, bu güzel gözleriyle kime aşk dolu bakıyordu?.. Kafamı hafifçe iki yana salladım ve önüme döndüm. Acaba Taehyung'un ayarladığı çocuğu eksem, bu çocuğun yanına gitsem Jungkook benim üzerimde nasıl bir tahribat bırakır ki diye tarttım. Normalde göze alamayacağım bu risk bile çok makul geldi. Birden bir boğaz temizleme sesi duydum ve kafamı hafifçe öksüren kişiye çevirdim. Kırmızı saçlı o güzel çocuktu.
"Jungkook'un arkadaşı sen misin?" dedi peltek telaffuzunun eşlik ettiği o güzel ve naif tonda. Bir an algılayamadım. Kaşlarımı hafifçe kaldırdım ve kekelediğimi sonradan fark ederek neredeyse fısıldama tonunda çıkan kısık bir sesle:
"Tae'nin arkadaşı olduğunu deme bana." diye mırıldandım. İçimden tüm bildiğim duaları ediyordum ama cevabı çoktan biliyordum.
"Eveet" dedi son heceyi uzatarak ve elini uzattı. "Tanıştığımıza memnun oldum Jiminie." diye ekledi tatlı bir ses tonuyla. Önce yüzüne, ardından uzattığı eline baktım. Güzel parmaklarını, özenlice sürülmüş kırmızı ojesiyle süslemişti. Daha fazla bekletmek istemeyerek hemen elini sıktım ve karşımdaki boş sandalyeyi işaret ettim. Güzel elleriyle hafifçe sandalyeyi arkaya doğru çekti ve kendini bir kuş gibi sandalyeye attı. Konuşmalarına odaklanamıyordum yüzünü incelemekten. Ara ara sorduğu sorulara evet ya da hayır diye kısa cevaplar verdim ama hangisinin hangisi olduğunu bile kestiremiyordum. Bileklerini konuşurken devamlı oynatıyor, dirseklerini ara ara masaya koyuyor ve beni her geçen saniye daha çok Tanrı'ya inandırıyordu. Birden önüme bırakılan menüyle gözlerim ondan ayrılmak zorunda kaldı. Menüye bakıyor ve tek tek yemeklerin adlarında parmaklarımı gezdiriyordum. Ama hiçbirine karşı herhangi bir açlık hissi beslemiyor, sadece bir an evvel karşımdaki çocuğun güzel suratına bakıp ona ait her detayı ezberlemek istiyordum. Bu yüzden kararsızlıkla kafamı kaldırıp Yoongi'ye döndüm.
"Sence ne almalıyım, bana ne önerirsin." dedim kendime inanamayan bir çekingenlikle.
"Ben spesiyalden almayı planlıyorum, sana da aynısından sipariş edeyim?" dedi kocaman gülümseyerek. Gülümsemesine eşlik ederek kafamla onu onayladım. Garson siparişi alıp yanımızdan ayrılırken, gözlerimi gözlerine kilitledim. Sustu. Sustum. Konuşmuyor, sadece birbirimizi izliyorduk. Birden gözlerini kaçırdı ve kafasını hafifçe kucağına indirip kıkırdadı.
"Bakma bana." diye hayıflandı minik bir sitemle.
Anlamadım. Bunda gülünecek ya da ona bakmamamı gerektirecek ne vardı?
Kafamın karıştığını anlamış olacak ki, zorla kafasını dikleştirdi ve gözlerime baktı. Gerçekten baktı. Sanki beni görmeye çalışır gibi; ruhumu, sevinçlerimi, üzüntülerimi görmek ister gibi baktı.
"Bana öyle bir bakıyorsun ki, inanmak istemiyorum. Bana sanki değerli bir orkideymişim gibi bakıyorsun." dedi utanıp büzülerek. Söylediklerinde cesurdu ama anlaşılan dile getirirken zorlanıyordu. Oturduğum yerde dikleştim. Kararlı olmaya gayret göstererek:
"Kapıdan içeri adımladığından beri, gözlerim gözlerine kilitlendiği andan itibaren, hayatım en kaliteli boyalarla renklenmiş gibi hissediyorum Yoongi." diye fısıldadım. İzin ister bir şekilde elimi avuçlarım yukarı bakacak şekilde masanın üstüne koydum. Güzel ve narin ellerini ellerimin üstüne koydu. Hafifçe kavradım ve kendimi konuşmaya devam etmeye zorladım.
"İnanır mısın, bilmiyorum ama... Sanki bu andan öncesi, bugünden öncesi yokmuş gibi geliyor. İki saat öncesine kadar, ben sadece büyük bir kafa karışıklığından ibarettim ama iki saat sonrasında ben, kalbi seninle dolmuş bir adamım." diye itiraf ettim o an içimden geçenleri. Ellerimin arasındaki ellerinin terlediğini hissettim. Kurulamak ister gibi elini çekecek oldu, ellerimden ellerinin gitmemesi için daha sıkı kavradım.
"Bana neler hissettiğini anlatır mısın?" dedim çekinir bir tonda. Lütfen Tanrı'm ve tüm dinlerdeki diğer tanrılar." diye yalvardım içimdeki son ümitle, "Hissettiğim bu şeyi o da hissetsin, hayatımı ona adamama izin versin"
Kirpiklerini birkaç kez kırpıştırdı ve sol elimden firar eden eliyle boynundaki fularını hafifçe çekiştirdi. Güzel kırmızı ojeli eli tekrar sol elimin üstüne dokundu.
"Şu an ne olduğunu bilmiyorum ama..." dedi ve hafifçe soluk alıp verdi. Güzel gözlerini tekrardan gözlerime yönlendirdi. "Jimin, iki saattir ardı arkası kesilmeyen kramplar geçiriyorum ve sanırım aşk dedikleri şey, kalbin sayısız tetanasi geçirmesi gibi bir şey." dedi hafif bir ses tonuyla. Dediği kelimeyle daha fazla doğrulmam mümkünmüşçesine sırtımı daha da fazla dikleştirdim. Aşk... Bu hep kitaplarda, filmlerde anlatılan, o efsanevi güce sahip aşk mıydı? Tüm o anlatılanlar bir yanılgı değil, gerçek miydi? Gerçekti tabii ki. Ve eğer aşk diye bir şey gerçekten varsa, insanlar cidden böyle hissediyorsa ancak bu aşk olabilirdi. Ve aşk ancak karşımdaki adamla güzel olabilirdi.
"Bir saniye bekler misin?" diyip ellerimi hızlıca Yoongi'nin ellerinden çektim. Kasaya yönelip hesabı kapatıp tekrar Yoongi'nin yanına geldim. Eli uzattım.
"Ellerimden tut ve bir daha hiç bırakma. Çünkü bu kafeden yalnız bir adam olarak değil; kalbim, bedenim, ruhum seninle dolu bir şekilde çıkacağım benim güzel Yoongi'm..."
Utandı. Ama daha önce kimsenin beni tutmadığı kadar sıkıca tutundu ellerime ve ayağa kalktı. Bir elini sırtıma koydu ve sımsıkı sarıldı. Kulağıma "Ben senden başkasıyla olamam." diye mırıldandı. Geri çekildi ve sol elime sağ elini doladı. Parmaklarımıza baktım. Güzel kırmızk tırnakları, bakımsız tırnaklarımla yan yana olmak için yaratılmıştı. Kapıya yöneldik. Beraberdik. Yalnız girdiğim bu kafeden, kalbi tamamen dolu bir şekilde çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boy With Luv
FanfictionYoongi, sert görünümünün altında aşkı düşleyen bir hayalperest... Jimin ise dışarıya sergilediği tüm şirinliklerinin altında aşka kendini tamamen kapamış... Peki ya Jimin bir gün Yoongi ile tanışırsa? Bu hikaye Lili Elvenes ile girmiş olduğum iddi...