Türkiye, Bolu
Yolculuğum
14 Haziran 2018
Önce annem ve babamdan bir sürü hatıra almayı düşündüm. Neredeyse tüm eşyalarını toplayacaktım. Elime aldığım her eşyada bir anı hatırlıyor, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Ama sonra bunun bir zayıflık olduğuna karar verdim ve hayatım boyunca bu eşyalara baktıkça yüreğimin burkulacağını hissettim. Hem bu durum babamın bana verdiği eğitime de aykırıydı. Derinlerde bir yerde yine babamın sesi yankılandı.
"Hiçbir şeye bağlanma Havva!"
"Tamam o zaman. Sadece bir fotoğraf" diye fısıldadım. Ömrüm boyunca yanımda taşıyacağım tek bir fotoğraf. Babamın cüzdanından çıkan fotoğraf olsun.
Gardırobumu açıp kıyafetlerime bakmaya başladım. Yazlık kıyafetlerimi mi tercih etmeliydim yoksa hepsini mi toparlamalıydım? İngiltere'ye gitmeyi kabul ettim ama orada uzun süre kalacağımı sanmıyordum. Belki de sadece bu yazı orada geçirir, okullar açılmadan geri gelirdim. Eminim İngiltere'de de mağazalar vardır. Bir ihtiyacım olsa orada da karşılayabilirdim.
Her zaman giydiğim rahat kot pantolonlarımı, bluzlarımı ve gömleklerimi bavula koyduktan sonra, babamın ödev olarak verdiği kitapları da aldım ve hatıradan sayılmayacağını düşündüğüm annemin beyaz sabun kokulu parfümünü de koydum. Son olarak babamın defterini de bavula yerleştirip Robert Amca'nın gelmesini beklemeye başladım.
Eşyalarımı evin girişine koyup, aynadaki görüntüme baktım. Annemin özenle kesmiş olduğu perçemlerim sağa sola fırlamış, mutfak robotuyla karıştırılmış gibi duruyordu. Ellerimle perçemlerimi düzeltmeye çalışırken, yüzüme biraz renk gelmesi ümidiyle dudaklarımı ısırarak daha kırmızı bir renk almasını sağladım. Koyu renk saçlarımı özensiz bağcığından kurtarıp elimle havalandırdıktan sonra tekrar bağladım. Dolgun yanaklarım çökmüş, yemek yediğimde çıkan göbeğim bir otoban gibi düzleşmişti.
O sırada midem guruldamaya başladı ve dünden beri bir şey yemediğimi fark ettim. Mutfağa gittiğimde her şey, annemin bıraktığı gibi duruyordu. Her köşede bir anı canlanıyor, gözlerimin önünde küçük kısa filmler geçiyordu. Perşembe günleri babamın krep yaptığı tava oradaydı işte. Zeytinyağlıları seven annemin doğrama tahtası ve babamın yeni yıkanmış mangal malzemeleri. Mutfak adasında elimi gezdirirken "Belki de buradan ayrılmak daha iyi bir fikir" diye düşündüm. Evin her yerindeki yaşanmışlıkları hatırladıkça yoluma devam edemeyecektim.
Midemi bahçemizden yeni toplanmış taze meyvelerle doldururken, çakıl taşlı yolda bir arabanın durduğunu fark ettim. Robert Amca gelmiş olmalıydı. Dış kapıyı açtıktan sonra bir an etrafı dinledim. Herkesin sessiz diyebileceği bir yerde aslında bir sürü ses vardı. Hafif rüzgârın sesi, o rüzgârla sallanan ağaçların sesi, göldeki kurbağaların sesi ve kuş cıvıltıları. Burası huzurun başkenti olmalıydı.
İri kıyım korumanın elimdeki bavulları alması ile düşüncelerimden irkilerek sıyrıldım. O sırada Robert Amca da cipten iniyordu.
"Günaydın Havva. Bugün nasılsın?"
"Daha iyiyim Robert Amca, teşekkürler."
"Benimle gelmeye karar verdiğin için ne kadar sevindim anlatamam. İtiraf etmeliyim ki dün, İngiltere'ye gelmek istemiyormuşsun gibi bir izlenim bırakmıştın bende. Kararını ne değiştirdi Havva?"
"Babam değiştirdi."
Robert Amca bir an, müzelerdeki balmumu heykeller gibi öylece kalakaldı. Utanmasam adamı tek parmağımla dürtecektim. Sonra toparlanıp "Haydi arabaya bin orada konuşuruz" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SESSİZ -Bir Göbekli Tepe Efsanesi 1-#Wattys2021
Mistério / SuspenseGizemli olan ev mi? Zaman mı? Yoksa insan mıydı? Elime bir hançer tutuşturdu. Bronzdan yapıldığını düşündüğüm bu sade hançer belki de malikânedeki en eski nesneydi. Ürpertiyle birlikte bir hançere bir de Robert Amca'ya bakarken içimden "Bütün tarika...