Sadece toprağa bakıyordu. Burada ne işi vardı, ya da neden buradaydı, bilmiyordu. Küreğin toprağa her vuruş sesiyle biraz daha ölümün pençesine kapılıyordu. Belki de burada olmamalıydı, evet, burada olmamalıydı. Nasıl olmuştu bunlar? Hatırlıyor muydu? Hayır. Kimdi, biliyor muydu? Hayır. Sadece boş bir kabuktan başka bir şey değildi. Atlas'ın elini sıkmasıyla kendine gelebilmişti. Ama hala hiçbir şey hissetmiyordu. Kalbi atmıyordu sanki. İnsan atmayan bir kalple yaşayabilir miydi? Belki evet, belki de hayır. Kalpsiz terimi onunla özleşmişti artık. Hiçbir şey hissetmeyen boş bir kabuk... Peh!
Atlas'ın elinden kurtularak mezarlığın ilerisine doğru hareket etmeye başladı. Arkasından geldiğini hissedebiliyordu. Adımlarını her saniye, her salise kulağının dibinde duyabiliyordu. Neden sürekli kendisini takip ettiğini merak ediyordu. Nereye gitse Atlas dibinde bitiveriyordu. Atlas'ın bu kadar korumacı olmasına dayanamıyordu. Buna anlam bile veremiyordu.
"Ne oldu yine Yosun?" dedi Sonat rahatsız olmuşcasına.
"Ne olacak küçük hanım bir cenaze töreninde yine ve yine rahat durmuyor!" dedi Atlas böbürlenerek.
Gözlerini kan bürümüşcesine ikisine dönüp baktı. Onunla uğraşmaktan başka işleri yok muydu? İkisinin kafasını birbirine tokuşturmak için kendini zor tutsa da bunu yapmayacaktı. Ellerini yumruk yaptı, sinirden elleri titriyordu. Züppeler sizi! Kendini bilmiş kemirgen fareler! Bir mezar taşının üstüne oturarak etrafa bakındı. Neredeyse kimsenin uğramadığı ve neredeyse Tanrı'nın bile unuttuğu bu yere ne halta yemeye gelmişlerdi? Düşünüyordu da hiçbir şekilde bulamıyordu. Bir doğa yürüyüşüne çıktığını sanıyordu halbuki. Doğa yürüyüşünden çok cenaze törenine geldiğini fark ettiğinde kaçmak için çok geç olduğunu düşünmüştü.
"Biz buraya... Niye geldik ki?" dedi Yosun kesik ve kısık mırıldanışıyla.
"Biz buraya küçük kız kardeşim-" dedi Sonat elini Yosun'un omzuna atıp diğer eliyle mezarlığı gösterek. "Neden geldiğimizi bilmiyorum."
Yosun omzundaki elini çimdikleyerek omzundan attı. Tam beyinsiz vampirlerden beklenecek bir hareket. Derin bir iç çekip bunun bir kabus olmasını diliyordu o an. Gerçi kabus gibi yaşadığı bu hayatında daha büyük bir kabus görebilir miydi, bilmiyordu. Sadece buradan gitmek istiyordu. Oldu olası cenazelerden, törenlerden ve ölülerden nefret ederdi. Kendisine tersti her şey. Sonsuzluğun içerisindeyken bir cenaze törenine katılmak ona saçma geliyordu. Dağınık fındık kabuğu rengi saçlarını eliyle dağıtarak gelen Onat belli ki bir durumdan dolayı hoşnut kalmamıştı. Yüzündeki ifade tam olarak bunu belli ediyordu. Atkısını boynuna iyice sararak etrafına bakındı. Diğerleri gibi yarı vampir olmasına rağmen soğuğa dayanıksız tek kişiydi. Soğuğu da sevmezdi. Onu bir şeyler rahatsız ettiğinden yüzde yüz emindi. Onat'ın yüz ifadesinden bunu görebiliyordu. Ama o dile getirmedikçe ne olduğunu anlayamayacaktı.
"Buradaki insanlar tam bir gerizekalı!" dedi Onat sinirle hala etrafına bakınarak.
"Ne oldu On?" dedi Sonat çabucak.
"Kaç defa demeliyim beni On diye çağırma diye!" Onat'ın bir anda patlaması ürkütse de ani çıkışlarına alışıktık. "Şu ölen adam hakkında bir halt bildikleri yok. Nasıl bilirdiniz? İyi bilirdik! Tabi iyi bilirdiniz, adam gebermiş amına koyayım!"
"Öhöm öhöm sakin ol Onat." dedi Poyraz ağaçların arasından çıkarak. "Adam yukarıdaki patikada öldürülmüş.Ayı mayı saldırmış diyorlarda bu bölgede ayıdan iz yok."
"Köylülerin uydurması işte. Ne saldıracak başka Allah'ın dağında? Tabiki de ayı saldırmış diyecekler." dedi Onat öfkeyle. "Ne zıkkıma buradaysak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölge
VampireSiz hiç kendi gölgenizden kaçarken, başkasının gölgesine basıp yere düştünüz mü? Ben düştüm, hemde defalarca...