İngiltere, Addison Malikânesi
Richard Addison'ın Ofisi
16 Haziran 2018
Kâbuslu gecemden sonra vücudum buruş buruş olana kadar sıcak suyun altında uyumak iyi gelmişti. Kahvaltımı yapmış, hazırlanmış, büyükbabama götürülmek için korumanın gelmesini bekliyordum.
Kapı çalındı ve bu sefer başka bir koruma geldi. Bu korumanın en bariz özelliği diğerlerine göre daha esmer olmasıydı. Esmer koruma eşliğinde yine bir üst kata çıktık. Bu sefer büyük salona değil büyükbabamın ofisine gitmek için sağ kanada doğru yöneldik. Ön bahçeyi gören ofis, gayet büyük ve ferahtı. Malikânedeki antika meraklısının büyükbabam olduğuna artık emindim. Ofisi on yedinci yüzyıldan kalmış gibi duruyordu. Her şey çok eskiydi ama şık, gösterişli ve bakımlıydı. Odanın sağ tarafında camın önünde başkanların masasını andıran, üzerinde on köşeli yıldız oymalarının olduğu ahşaptan yapılma antika bir çalışma masası ve önünde yoğun desenli bir çift sandalye ile birlikte aynı desenden bir kanepe duruyordu.
Dikkatimi çeken bir şey varsa o da malikânenin her yerinde yağlıboya portreler olmasına rağmen hiçbir yerde fotoğraf olmamasıydı. Çalışma masasının üstünde bana arkasını dönmüş dik konumda bir çerçeve vardı. İçindeki resmi görmem için masanın arkasına geçmem gerekiyordu. Kimin resmiydi acaba? Theodora'nın olabilir miydi?
Malikânede iki katlı koca bir kütüphane olmasına karşın, ofisin yan duvarları boylu boyunca yazma eserlerin bulunduğu kitaplık ile donatılmıştı. Sağ taraftaki kitaplığın bitiminde, çalışma masasının tam karşısında esrarengiz bir kapı vardı ama nereye açıldığını bilmiyordum. Kapının yanındaki kirişte bir tablo asılıydı.
Sol taraftaki camın önünde ise çizgili ipek kumaşla kaplı ampir tarzı ikili berjer koltuklar ve ortasında antika olduğu her hâlinden belli olan oymalı yuvarlak bir sehpa duruyordu.
Büyükbabam yine kollarını açmış, çalışma masasının arkasından kucaklamak için bana doğru geliyordu. İtiraf etmeliyim ki bu samimi tavrından dolayı içim ısınmaya başlamıştı. Yanaklarımdan öpüp beni camın önündeki berjer koltukların olduğu yere götürdü. Ön bahçeyi sadece eve girerken görmüştüm. Daha doğrusu yaşadığım enerji dalgalanmasından ötürü pek gördüğüm söylenemezdi.
Ön bahçe arka bahçeye nazaran -nasıl derler- daha az gösterişliydi. Araba yolu boyunca sıralanmış kırmızı yapraklı akçaağaçlar ortama sihirli bir hava katıyordu. Bu dünyaya ait olamayacak kadar güzel iki beyaz kuğu, süs havuzunda birbirleriyle raks edercesine yüzmekteydi.
Abant Gölü'nde doğayla iç içe yaşamamıza rağmen, annem hayvanları sevmediği için hiçbir zaman köpeğim, kedim hatta balığım bile olmamıştı. Burada ise gördüğüm tek canlı hayvan, okşayıp, sevemeyeceğim bu kuğulardı. Tabii bir de koridorlarda asılı duran ürkütücü hayvan kafaları vardı. Onları sevmem de mümkün değildi.
Oturur oturmaz eksiksiz bir şekilde Türk kahvelerimiz servis edilmeye başlandı. Narçiçeği desenli kahve fincanlarının yanında çifte kavrulmuş Safranbolu lokumu, kiren şurubu ve minik kahve yanı su bardağında içme suyu ile birlikte. Şaşırmıştım.
"Türk kahvesi sevdiğini duydum Eva" dedi büyükbabam. "Peki bu (kireni göstererek) nedir?" diye sordu.
"Bu kiren, yani kızılcık şurubu. Anadolu'da kahvenin acı tadını alması için onun yanında servis edilir. Genelde Ramazan aylarında içilir."
"Bakıyorum da Türk kültürüne ne kadar da hâkimsin. Ama bizim kültürümüze de bir o kadar yabancısın kızım. İnan ki bu kalbimi çok sızlattı. Bir an önce aradaki farkı kapatmamız lazım. Sana aile tarihimizi anlatmakla başlayayım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SESSİZ -Bir Göbekli Tepe Efsanesi 1-#Wattys2021
Mistério / SuspenseGizemli olan ev mi? Zaman mı? Yoksa insan mıydı? Elime bir hançer tutuşturdu. Bronzdan yapıldığını düşündüğüm bu sade hançer belki de malikânedeki en eski nesneydi. Ürpertiyle birlikte bir hançere bir de Robert Amca'ya bakarken içimden "Bütün tarika...