Türkiye, Bolu
Abant Gölü
18 Ağustos 2008
Sidal Öztürk bir süredir evinin bahçesiyle ilgilenmekteydi. Yazın bu güzel gününde çimleri budamış, ağaçları sulamış, olgunlaşan meyveleri toplayıp sepetine koyduktan sonra boş kalan toprağı eşelemiş, gübresini attıktan sonra taze fasulye tohumlarını ekmişti.
Kızının karadut ağacındaki salıncağının ipinin inceldiğini fark edip onu da değiştirdikten sonra uzun bir süredir ortada gözükmeyen Havva'yı çağırmaya başladı. Aslında annesi bahçedeyken onunla birlikte olmayı çok severdi ve bir maymun edasıyla tırmandığı ağaçların dalından meyveleri yerken bir yandan da sepetine doldururdu.
"Havva. Salıncağını onardım. Binmek ister misin?"
Evin içinde babasıyla olması gereken Havva'dan ses yoktu. Annesi bir kez daha seslendikten sonra bahçıvan eldivenlerini çıkarıp üstündeki tozu toprağı silkeledikten sonra eve girdi.
"Havva, tatlım neredesin?"
Hâlâ ses yoktu.
Sidal Öztürk, mutfağa meyve sepetini koyup tek tek odalara bakmaya başladı. Bir yandan da bu sessizliğin hayra alamet olmadığını düşünüyordu.
"Jacob?"
Sonunda eşini üst kat çalışma odasında buldu. Biraz da olsa rahatlayan Sidal Öztürk, eşine sitem etmeye başladı.
"Seslendiğimi duymadın mı Jacob?"
"Üzgünüm hayatım kitaba dalmışım. Ne oldu?"
"Havva nerede?"
"Buralardaydı."
Eşinin yüzünde muzip bir ifade gören Sidal Öztürk, iyice şüphelenmeye başlamıştı.
"Her yere baktım Jacob. Havva nerede?"
Sidal Öztürk'ün aklına gelen ilk ihtimal kızının kaçırılmış olmasıydı. Tabii bir ihtimal daha vardı. Sessiz kalan Jacob Öztürk'ün cevabı bildiğine emindi.
"Söyle Jacob, Havva nerede?"
"Biraz sakin olur musun? Bak, asansöre her bindiğimizde bir şey fark ettim."
Jacob Öztürk kızlarının ortada olmayışını gayet normal karşılamıştı ve bir kürsüde açıklama yapan öğretmen edasıyla konuşuyordu.
"Ne diyorsun? Neyi fark ettin?"
"Havva her asansöre bindiğimizde terliyor. Ayrıca tuvalet ihtiyacı geliyor."
"O bir çocuk, bunlar olabilir. Ne demek istiyorsun, Havva nerede?"
"Demek istediğim Havva'nın dar alan korkusunun olduğu. Karanlık korkusunun olduğunu zaten ikimiz de biliyoruz. Ben sadece korkularını yenmesini istiyorum."
"Lanet olsun Jacob! Havva'yı bir yere mi kapattın? Nerede çabuk söyle bana."
"Eski dolabın içinde."
Sidal Öztürk koşar adımlarla eskiden Theodora'nın odası olan şimdi ise hiç gelmeyen misafirlerine ayırdıkları yatak odasına doğru gitti. Eski gardırobun demir kilidi kilitlenmişti.
"Havva, tatlım iyi misin?"
İçeriden hiç ses gelmiyordu. Sidal Öztürk tekrar eşinin yanına gitmek için ayaklandığında arkasında olduğunu fark etti.
"Jacob anahtarı ver hemen!"
Eski demir anahtarla kilidi açar açmaz Havva'nın yarı baygın küçük bedeni annesinin kucağına düştü. Terden ıslanmış saçları alnına yapışmıştı ve yüzü kıpkırmızıydı.
"Havva, tatlım nefes al."
Jacob Öztürk kızının o hâlini görünce hata yaptığının farkına varmıştı. Ona dokunmak için hareketlendiğinde Sidal Öztürk onu durdurdu. Sesi hayatında ilk defa bu kadar yüksek çıkıyordu. Neredeyse her kelimeyi üstüne basa basa söyledi.
"O, üzerinde deneyler yapacağın bir fare değil."
Banyoda kızını soğuk suyla yıkarken bir yandan ağlayan Sidal Öztürk konuşmaya devam etti.
"Bak Jacob, kızımızı seviyorsun, bunu biliyorum ve aday olmasını istemiyorsun. Peki neden onu bir aday gibi yetiştiriyorsun?"
"Sadece güçlü bir birey olmasını istiyorum. Zayıflıklarını, korkularını yenmesi gerekiyor."
"Her normal insanın korkuları vardır ve o daha bir çocuk. Bak Havva'nın aday olmasını kaldırabilirim ama senin bu ikili tavrını kaldıramıyorum. Eğitim dediğin o garip şeylere ara versen iyi olacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SESSİZ -Bir Göbekli Tepe Efsanesi 1-#Wattys2021
Mystery / ThrillerGizemli olan ev mi? Zaman mı? Yoksa insan mıydı? Elime bir hançer tutuşturdu. Bronzdan yapıldığını düşündüğüm bu sade hançer belki de malikânedeki en eski nesneydi. Ürpertiyle birlikte bir hançere bir de Robert Amca'ya bakarken içimden "Bütün tarika...