Olabildiğince sessiz olmalıydım. Gecenin bir vakti, dışarıda tek başına bulunmam yasaktı. Bu da kabilenin saçma sapan kurallarından biriydi. Eğer genç kızsan, akşam dışarı çıkman kurallara aykırıydı. Bu saatte etrafta dolanıyor olmam, dışarıdaki herhangi birinin dikkatini çektiğim takdirde kendimi bir anda konseyde bulmam anlamına geliyordu. Konseyin ne kadar korkunç bir yer olduğunu daha önceden duymuştum. Burada bulunduğumu, kabileden herhangi biri öğrense muhtemelen canıma susamış olduğumu düşünürdü. Ama umurumda değildi. Gerekirse cezalandırılmayı bile göze almıştım. Hem buraya üçüncü defa gelişimdi. Önceki ikisinde yakalanmamıştım, bu defa da yakalanmayacaktım. Umarım.
Geceyi seviyordum.
Burada huzuru bulabilmek benim için çok kolaydı. Yaprakların hışırtıları, böceklerin uğultuları, gecenin uğultusunun tatlı melodisi kulaklarımın içine doldu. Gündüzlerin kavurucu sıcaklığı ancak bu saatlerde biraz azalıyordu. Ilık rüzgâr hafifçe suratıma çarparken, rahatlamak için burada olmaktan daha iyi bir seçenek olamayacağını düşündüm.
Etekleri yeri süpüren simsiyah pelerinim sayesinde gecenin karanlığının içinde iyice gizlenmiş olduğuma emin oldum. Şimdi tek yapmam gereken, etrafı görebileceğim kadar yüksek bir yere tırmanabilmekti. Bunun için her defasında toplanma alanının eski beyaz kirişlerinden faydalanıyordum. Tabi kirişler, o denli kirliydi ki eskiden beyaz olduğuna inanmak güçtü. Fakat bundan şikâyetçi değildim, pelerinim ve kirişin siyahlığı beni mükemmel bir şekilde gizliyordu.
Tırnaklarımı gözüme kestirdiğim ilk kirişe geçirdim ve tırmanmaya başladım. Yeterince yükseğe tırmandığıma emin olduğumda durdum ve kirişe daha da sıkıca sarıldım. Bulunduğum konumdan konsey çadırı rahatlıkla gözüküyordu. İçeride birbirleriyle tartışıp duran korucuların siluetlerini izleyebiliyordum.
Korucular, kabilemizin liderleriydi. Yıllardan beri her gece yarısı büyük toplanma çadırının içinde toplantı yapılıyordu. Babamın söylediğine göre, kolonimiz hakkındaki tüm önemli kararlar burada veriliyordu. Adalet işleri bile bu çadırın altında hallediliyordu. Bütün dirlik ve düzen, dört büyük korucunun aldığı kararlara bağlıydı.
Korucular kendilerini bizlere göstermezlerdi. Eğer onları görmek istiyorsanız konseye gitmeniz gerekiyordu. Ve hiçbir kabilelinin konseye gitmek istemeyeceğine emindim.
Bildiğim şeyler babamın anlattıkları kadarıyla sınırlıydı. Genelde bu konular hakkında konuşulmazdı. Yasak olan pek çok şey gibi bu da yasaktı. Ve bir yasağı çiğnemek doğrudan korucuların yanına-konseye- gitmek anlamına geliyordu. Oraya gidenlerin çok az bir kısmı geri dönerdi. Geri dönenlerin de hayatlarını hep korkuyla, zavallıca, hatta delirerek devam ettirdiklerine şahit olmuştum.
Güçlü önsezilerim, bana şimdi burada olmam gerektiğini söylemekteydi. Hislerime güvenirdim. Beni de üç gündür büyük çadırı gözlemeye iten şey; merak dürtüm ve gelişmekte olan tuhaflığı fark etmem olmuştu. Ve bugün daha da tuhaf bir şeyler vardı.
Ablalarım sürekli deli olduğumu söylerlerdi. Şu an burada olduğum için belki de deliydim. Kabiledeki diğer kızlar gibi değildim. Onlar gibi bütün gün dikiş nakış işlemek bana hep aptalca gelmişti.
Herkes babamın gençken, demir ustası olmadan önce çok yetenekli bir savaşçı olduğunu söylerdi. Savaşçı ve hırçın tarafımın ona çektiği belliydi. Yeteneklerimin de. Babam bu yönümü destekleyip bana dersler vermeye başladığında, ablalarım her ne kadar bunu engellemeye çalışsa da bir süre sonra onlar da pes ettiler. Günün çoğunu bıçak antrenmanlarıyla ve babamla geçiriyordum.