1.7

2.4K 183 73
                                    

Günümüz, Luke

Günlerim tekrar odama kapanmış, ailemi ve arkadaşlarımı görmezden gelerek geçiyordu. Calum ve Ashton öğrenmişti, aynı okulun geri kalanı gibi. Ailem biliyor mu bilmiyordum ama artık hiçbir şey umurumda değildi. İnsanların nefret mesajlarına artık yanıtsız kalıyor sadece geceleri evdeki herkes uyuduğunda biraz ağlıyordum.

Her gün Michael'dan bir mesaj alabilmek umuduyla telefonumu kontrol ediyordum ama tek gördüğüm bilinmeyenden gelen nefret mesajları ile Calum ve Ashton'dan gelenler oluyordu. Ciğerlerimde büyük bir baskı var gibi hissediyordum. Gittikçe ağırlaşıyor ciğerlerimi nefes alamayıncaya dek sıkıştırıyorlardı. Tenime iğneler batırıyorlardı, onun dokunuşlarından uzakta tüm nefretin hedefi olduğumdan beri her saniye ölüyordum.

Her geçen saniye ruhum biraz daha dibe gömülüyordu.

Acı çekiyordum, kurtulmak için yanıp tutuşuyordum ama hiçbir şey yapacak cesareti kendimde bulamıyordum.

Hıçkırıklarımı kimse duymasın diye çabalamamı sürdürürken neredeyse sabah olmuştu. Güneş, turuncu ışıklarıyla gecenin karanlıklarını aydınlatırken gökyüzü mora boyanmıştı. Penceremin yanına giderek gün doğumunu izlemeye başladım. Evrende her şey düzgün ilerliyor gibiydi. Benim dışımda. Farklıydım, çizgilere uymuyordum.

Doğru ya da yanlış değil, sadece farklı.

Kendi cümleme bile inanmıyordum artık. Farklı demek yanlış demekti, uymayan demekti. Ve toplum daima farklı olanları cezalandırırdı. Bunun üzerine yazılmış yüzlerce kitap, çekilmiş yüzlerce film vardı. Anlatılan yüzlerce efsane kulaktan kulağa dolaşarak toplumu katı çizgiler etrafında şekillendirirken farklı olanlar hep çizgiler dışına itilmişti. Yalnız benim halim yukarıdakinin bana acımasını sağlayarak bir şeyleri değiştirmeyecekti. Çok fazla acı vardı, çok fazla çizginin dışına itilmiş insan... Bazıları mücadele ediyor, sınırları zorluyordu. Bazıları ise çizginin dışındaki yaşamı kabulleniyordu. Bir de güçsüz olanlar vardı, benim gibi olanlar. Ne mücadele edecek güçleri kalmıştı ne de yeni bir yaşamı kabullenebilirdi gönülleri. İşte onlar toplumdan dışlanmayı kendine yediremeyenlerdi. Farklı olmayı kabul edemeyenler, yanlış görenler. Hayatları boyunca yanlış olduğunu savundukları şey gelip kendilerini bulduğunda güçsüz düşerlerdi, hastalıklı ruhları her geçen gün solarken mücadele edecek halleri kalmazdı. Geriye dönüp çizginin dışındaki dünyaya baktıklarında ise zihinleri ve gönülleri kabul edemezdi bunca yanlışı. O zaman onlar çizginin tam üzerinde sıkışıp kalırlardı. Sınırı zorlayamaz ama tam olarak çizgi dışına da çekilemezlerdi.

Ben de şimdi çizginin tam üzerinde dikiliyordum. Mücadele edecek ne gücüm kalmıştı ne isteğim, çizginin dışındaki yaşam ise bana o kadar uzaktı ki... Hiçbir şey yapacak gibi değildim. Tişörtümün kollarını çekiştirerek oturduğum mermerden kalktım. Parmak uçlarımda sessizce ilerlerken ne düşündüğümü bilmiyordum. Komodinimin üzerinden telefonumu alarak son kez ondan gelen bir mesaj var mı diye kontrol ettim. Yoktu. Olmasını beklemiyordum zaten ama her seferinde umut ediyordum. Gitmemem için bir sebebe ihtiyacım vardı, onun sebebim olmasına ihtiyacım vardı. Telefonumu geri komodine bıraktıktan sonra sessizce odadan çıktım. Evin kapısını kimseyi uyandırmamaya çalışarak çektikten sonra yürümeye başladım. Yollar oldukça boştu, henüz tepeye çıkmamış olan güneş tenimi ısıtırken tatlı tatlı esen rüzgar yüzümü okşuyordu. Güzel bir gün olması için her şey uygundu ama öyle hissetmiyordum işte. Çizginin oldukça dibinde hissediyordum kendimi. Kurtulmak istiyordum.

Adımlarım beni şehir merkezine yönlendirdiğinde burada ne aradığımı bilmiyordum. Sabahın erken saatlerinde işlerine gitmek için etrafta koşuşturan insanlar ve gereksiz trafik yapan bir kaç araba dışında tüm şehir uyuyor gibiydi. Parlak mavi camları gözümü alan iş merkezlerinden birine girdiğimde hala ne yaptığımdan emin değildim. Lobideki sekreter kız bana cilveli bir şekilde yardımcı olup olamayacağını sorduğunda da ne yaptığımdan emin değildim. Onu görmezden gelerek asansöre ilerledim. Düğmeye bastıktan bir süre sonra açılan çelik kapıdan içeri girdiğimde kendi yansımamla baş başa kalmıştım. Kireç beyazı tenime ve şişmiş kırmızı gözlerime baktıktan sonra yüzümü buruşturdum. Berbat haldeydim. Bakışlarım asansörün numaralarında gezinirken gözümü korkutan yükseklerden uzaklaştım. Birkaç saniye parmaklarım düğmelerin üzerinde gezindikten sonra 15'e bastım. Asansör yukarıdan gelen hafif bir müzik sesi ile yavaş yavaş katlar arasında hareket ederken zihnim bomboştu, hiçbir şey düşünemiyordum. Kulağıma dolan ince bir zil sesi sonrası asansörün kapıları açıldı. Kendimi insanların etrafta koşuşturduğu koridora doğru attım. Yavaş adımlarla hiç bilmediğim koridorda ilerledikten sonra üzerinde toplantı odası yazan bir odaya girdim. Ardımdan seslenen yabancı sesleri duymamazlıktan gelerek odada bir süre gezindim. İçerideki herkes bir an durmuş bana bakıyorken onları umursamıyordum. Geniş, açık pencereye ilerledikten sonra ayaklarımın altındaki Sidney'i izlemeye başladım. Gittikçe kalabalıklaşan kaldırımlara ve caddelere baktım. Hala ne yaptığımın farkında değildim.

Derin bir nefes aldım.

Yavaş yavaş esen rüzgar tişörtümü dalgalandırarak altındaki karnımı gıdıklıyordu.

Gözlerimi kapadım.

Bir adım ileri gittim. Bir bacağımı aşağı doğru sarkıttım.

Ardımda yükselen ayak sesleri ve bağırışmalar yavaşça birer uğultuya dönüşürken diğer bacağımıda pencerenin pervazından geçirdim.

Hızla yaklaşan adımları umursamadım.

Son kez derin bir nefes aldım.

Ve pencerenin pervazına sıkıca tutumuş ellerimi beraberinde de ruhumu serbest bıraktım.

Evet küfür edebilirsiniz, serbest.

Pekala, bir sonraki bölüm final ve yarın yayınlayacağım. Pazartesi bitmiş olsun istiyorum çünkü salı sınavlarım başlıyor :(

Final hayalinizdeki gibi olmazsa şimdiden üzgünüm^^

Yalnız, multimedyada, luke, ah, o burnu, ölüyorum.

Friends | Muke ClemmingsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin