0.1

504 36 75
                                    

İpleri boğazına geçirme. Bir tırtılsın, kelebeğe dönüşmeden ölme.

İnsan mavi sularda huzur bulurdu, ben ise tam tersini düşünürdüm. Tehlikenin sesi, ölümün nefesi olarak adlandırırdım. Güzel görünen her şey göründüğü gibi olmazdı çoğu zaman. Bazı çiçekler etrafa hoş koku salardı fakat sonra avı yaklaştığında ağzını açardı ve onu yutardı.

Hayat böyle bir şeydi işte. Bugün doğardın, yarın yaşardın, sonraki gün ölürdün. Ağzını açmış avını bekleyen ölümden kaçamazdın. Bir nefeste kucağına düşerdin. Karanlık bir adımda dibinde biter ve her hücrene hükmederdi. Aldatmacalar, kandırmacalar istila etmişti zihnimizi. Hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Zerrelerimiz kumpasa kurban gitmiş, vücudumuz korkudan titremişti. Adım attıkça ayaklarımızın değdiği yollar çatırdamıştı.

Zamanla mücadele etmeyi öğrenmişiz. Alışmışız hayatın acı koşullarına. Ve direnmişiz, ruhumuzu bantlarla değil ama sevgiyle sarmışız, biraz da sabırla.

Büyükannem bir yıl önce ölmüştü. Hayat dolu bir insandı, ondan öğrendiğim çok şey vardı. Üniversiteyi kazanmıştım ve bunun haberini veremeden ölümünü duymuştum. Ne acıydı tüm bunlar. Ateşini bırakıyordu hayat içime, sönmesin diye sürekli korluyordu.

Son kez büyükanneme onu sevdiğimi söyleyemedim. Üniversiteyi kazandığımın müjdesini veremedim. Pişmanlık dolu bir yıl geçirdim. Ezildim, büzüldüm, yorgun saçlarım suya değdi. Boğuldum, yoruldum, hayatın engellerine takıldım.

Sonra öğrendim, meğer insan alışmayı da öğreniyormuş. Biliyordum, herkes bir gün ölecekti. Ölüm hepimizi kucaklayacaktı, belki şefkatini sunacaktı belki azarlayacaktı. Kaçış yoktu, bundan kimse kaçamazdı.

Elimize sihirli bir değnek alamazdık, yaralarımızı kapatamazdık. Acılarımızı dindiremezdik, ağlayışları susturamazdık. Hayat buydu işte. Acı da çekilecekti, mutluluk da önümüze serilecekti. İnsanlar binbir türlü duyguyu birlikte yaşayacaktı. Bazen pes edecekti, düşecekti fakat düşmesi bir işe yarayacaktı; ayağa kalkmayı öğrenecekti. Eğer düşmeseydi ayağa kalkmanın ne demek olduğunu bilmeyecekti.

Büyükannem öldüğünde sürekli mezarına gidiyordum. Sonra haftada bir gitmeye başladım. Fakat bir hafta önce ilerideki mezarın başında sessizce oturan çocuk dikkatimi çekmeye başladı. Yüreğime farklı bir his salındı ve kendimi onu izlerken buldum.

Yaptığı bir şey yoktu, sadece önündeki mezara bakıyordu. Bakışları soğuktu, hiçbir duyguyu okuyamıyordu insan ifadesiz yüzünde. Bir haftadır o çocuğu görüyordum. Onda farklı bir şeyler seziyordum ve merak duygusuyla kamçılanıyordu ruhum. Her zamanki gibi mezarın başını öptü ve ilerledi. Arkasından kirpiklerimi kırpıştırdım ve ayağa kalktım. Peşinden gitmek istiyordum ama bunu neden yaptığımı bilmiyordum.

Düşüncelerin ne önemi vardı? İnsan ne yapmak istiyorsa onu yapmalıydı. Bu yüzden onun peşinden yürümeye devam ettim. Yüzünde tek bir mimik oynamayan çocuğun hayatını merak ettim. Bir haftadır mezarına geldiği kişiyi merak ettim. Gitmeden önce mutlaka mezar taşını öpme sebebini merak ettim.

Bazı şeylerin sebebi olmuyordu ve ben sebepsizce merak ediyordum.

Mezarlıktan çıktıktan sonra yol boyunca yürüdü. O yürüdü, ben sessizce takip ettim. Neden avını bekleyen hoş kokulu bir çiçekmiş gibi hissediyordum?

İki tarafa ayrılan sokağın başına geldiğinde sağa saptı. Birkaç dakikanın ardından gözümün önünden kayboldu. Nereye gittiğini anlayamamıştım. Bir anda nereye kaybolmuştu?

Durdum ve etrafa baktım. Başımın etrafında dünya dönüp durdu. Ayaklarımın altında yollar kaydı. Tam o an, yürümeye devam edeceğim sırada birisi kolumu tuttu ve hızla beni kendinden tarafa çevirdi. Esmer çocuğu karşımda görmek beklediğim son şey bile değildi.

Yüzü ilk kez ifadesizlikten kurtuldu. Kaşlarını çattı, gözlerimin koyuluğuna takıldı. "Sen kimsin?" diye sordu.

Ben bir tırtıldım aslında. Şimdi tırtıldım ama birazdan kelebek olacaktım. Sonra bir şey oldu, ipler boğazıma takıldı. Kelebek olamadan ölecek miydim?

Cam şişenin içinde kalmış gibiydim. Nefeslerim buhar olup cama yapışıyordu, ne kadar silsem de görüntü netleşmiyordu. Zihinler karmaşıktı, olaylar çakışıktı. Karanlığın altında bir ışık belirdi. O kadar cılızdı ki, kendi etrafını bile aydınlatamadı.

Gözlerim karşımdaki çocuğun gözleriyle buluştu. O an dünya durdu, bütün sesler sustu. Biz de sustuk, bakışlarımızla konuştuk. Fakat o sabırsızdı, kim olduğumu soruyordu. Haklıydı ama ne diyebilirdim ki?

"Ben bir tırtılım." dedim en sonunda.

Gülümsedim fakat onun kaşları havaya kalktı, sonra alayla baktı. "Peki tırtıl, beni neden takip ediyorsun?"

"Kozamı arıyorum."

Bu sefer yüzünde alay yoktu. Dümdüz bir ifadeyle gözlerimin içine baktı. Bakışları donuktu, bir robot kadar da ruhsuzdu. İster istemez kaslarım gerildi.

"Sırf çirkin görüntüsünden dolayı tırtıl olmak istemeyip bir günlük ömrü olan kelebeğe dönüşen aptalları sevmem. Ben onlara koza olmam, kapan olurum. Kıskacım altına alırım, ruhunu bedeninden ayırırım."

"Yanılıyorsun." dedim gözlerimde küçük bir kırgınlıkla gülümseyerek. "Çirkin olduğu için kelebeğe dönüşmez. Bu onların bir evresidir ve evresini gerçekleştirir. Hem kelebeğin bir günlük ömrü olduğunu da nereden çıkardın? Bazıları 1-2 ay yaşayabilir."

Ellerini saçlarının arasından geçirdi ve alayla güldü. "Sonuç olarak ölüyorlar."

"Biz de ölüyoruz." diye cevap verdim ve omzumu silktim.

Tebessümü tekrar silindi. "Evet," Gözlerini ileriye dikti ve dudaklarının arasından kısık bir nefes verdi. "Ölüyoruz."

Sözlerinde sanki bir ima vardı. Bakışları donuk olsa da, kelimeleri ok misali kalbe saplanıyordu. Kalbim kan pompalamayı bıraktı. Bir kuşun kanadı altında ezildim.

"Adın ne?" dedim konuyu değiştirmek için. Bana bir bakış attıktan sonra ilerledi. "Hey, sana diyorum!" diye seslendim tekrardan.

Omzunun üstünden baktı. Kafasını bana tam olarak çevirmemişti ama kahvelerine düşen ışık pırıltıları, parlayan iki elmas gibi gün yüzündeydi. "Kozanı bulamazsın tırtıl, onu örmen gerekiyor."

Adını söylemedi ama dedikleri doğruydu. Evet, bir tırtıl kendi kozasını kendi örürdü. Ben de acıları fanusun içine gömdüm ve hem kendim için hem de gizemli çocuk için koza örmeye başladım.

•

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

İlk bölümü nasıl buldunuz? Umarım hoşunuza giden bir hikâye olur. 💙

Bu hikâyede Namjoon biraz sessiz bir karakter. Kimseye yakın olmak istemiyor. Kötü çocuk ya da onun gibi biri değil. İlerleyen bölümlerde öyle olduğunu düşünebilirsiniz diye şimdiden açıklamak istedim.

dreams of hope • kim namjoon ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin