Az önce topuz yaptığım saçımı tekrardan serbest bıraktım. Kafamı salladım. Gökyüzüne baktım. Yağmur geliyordu. Bir an önce eve gitmem lazımdı. Kötü şansa sahip olmak istemiyordum. Gerçi bu zamana kadar kötü şansa sahip olmadım da ne oldu? Tüm şansım bu muydu yani?
"Ada abla, Allah çarpsın doğruyu söylüyorum ya." Furkan'ın yalan söyleyecek hali yoktu. Olsaydı da ben onda o hali bırakmazdım. Bunu biliyordu.
"Benim kedimi kim ne yapsın Furkan? İstanbul'da kedi mi kalmadı?" Yaklaşık bir saattir dinlediğim hikayeyi tekrar anlatmaya başlıyordu.
"Abla, sen Furkan'a bakma. Abi, kediyi aç görünce aldı ve evine götürdü. Başka niye alsın ki?" Yaprak on bir yaşında zeki bir kızdı. Ona bu yalanı yakıştıramamıştım. Kedimin kulübesinde üç kase mama vardı. Ek olarak su ve süt de vardı. Yaprak bu yalanı bilerek söylemişti. Çünkü benim o mamaları dün bıraktığımı biliyordu.
"Tanımıyor musunuz bu abinizi?" Beş yıldır tanıdığım çocuklar iki saatlik abiye satmışlardı beni. Abileri aşağı abileri yukarı, yarım saattir anlatıyorlardı.
Furkan ve Serdar birbirine kaçamak bakışlar atarken Yaprak sessizce dudaklarını oynattı. Kulübe.
Yaprak'a göz kırpıp sert bakışlarımı Furkan ve Serdar'a çevirdim.
"Abi bir daha gelir. O zaman numaranı veririm ben ona Abla, sen merak etme." Ah Furkan ah. Tek ayak üstünde kırk yalan söyledin yine. Kafamı salladım.
İnşaattan uzaklaşıp kulübeye ilerledim. Eğilip mama kaplarını elime aldım. Bir yerinde bir şey olması lazımdı. İkinci mama kabının altında numara yazıyordu. Bantla yapıştırılmış kağıdı aldım. Bu, bahsettikleri abinin numarası olmalıydı. Keşke bir isim yazsaydın Yaprak.
Zafere ulaşmanın mutluluğu ile kağıdı çantama attım.Nihayet yağmura yakalanmayacaktım.
Ben kim miyim?
Ada ben. Ada Avas. Çok hikayem yok. Sadece kedimi almaya gelmiştim. Onu da bulamamıştım. Şimdi o kedi hırsızını bulacaktım.
Eve ulaştığımda telefonumu çantamdan çıkardım. Anahtarla kapıyı açıp odama doğru ilerledim. Aslında bu pek mantıklı bir karar değildi. Arda'ya gitmek daha mantıklıydı. Kapıyı tıklattım.
"Gelebilir miyim?" Bir şeyler isteyecektim. Şirinlik yaparak şansımı yükseltebilirdim en azından.
"Gel." Hayret! Bugün ters tarafından kalkmamıştı anlaşılan.
Kapıyı açıp içeri göz attım. Yine bilgisayarının başındaydı.
"Bir şey isteyeceğim ama soru sormak yasak." Her zamanki şartım buydu. Kabul etse de etmese de işimi yapıyordu. En azından şansımı deniyordum.
"Tamam."
"Arda, hayır ya söyleye- tamam mı? Tamam mı dedin sen? Soru sormak yok yani? Nasıl yok?" Bana bakıp gözlerini devirmişti.
Buna bile cevap vermemişti. Abi demememe bile kızmamıştı. Bir şeye canı sıkılmıştı. Arda arabası çizildi diye canını sıkan tiplerden değildi. Zaten yüzü cenaze kaldırmış gibiydi.
Tek bir ihtimal kalıyordu. "Berfin'le mi ayrıldınız?" Berfin'in ismini duyunca yüzü, mümkünmüş gibi biraz daha düştü. Bu evet demekti.
"Sen ne istiyordun?" Elini uzattı. Kağıdı cebimden çıkarıp eline koydum.
"Bu numara kime ait bilmek istiyorum ama önce inşaattakilerin düne ait ses kayıtlarını dinlemek istiyorum. Uygun mudur?" Kaşlarını çattı. Kafasının başka şeyleri düşünmesi gerekiyordu. Yoksa yatakta üç kavanoz Nutella yememiz lazımdı. Arda yemezdi ama ben yerdim. Çocukları Arda da tanıyordu. Ciddi bir durum olduğunu anlayıp ses kayıt dosyasını açtı.