Dean...
Nasıl anlatılırdı ki bu adam? Onu ışığın altında ilk gördüğümde sadece Tanrım bayılmayayım lütfen diye dua ettim. Uzun boy, siyah saçlar, kaşlarının ve kirpiklerinin sakladığı masmavi gözler. Tanrım! Ben o gözler için Tanrıya sonsuza dek yalvarabilirdim!
Elindeki kahve bardağını bana doğru uzattı "Afiyet olsun. " dedi. Onun büyüsünden kurtulmaya çalışarak gözlerimi yere diktim "Teşekkür ederim." dedim. Kahvemi yudumlayarak ona döndüm. Tanrım gözlerini yere dikmişti ve renkleri belli olmuyordu, sanki karanlığa gömülmüş gibiydi.
Sessizce kahvesini yudumladı, o kahvesini yudumlarken bende aval aval onu izledim. Tahminim doğruydu yirmilerinin başındaydı. Ve evet kabul seksiydi hatta gereğinden fazla.
Gözlerini ağır ağır yerden kaldırdı ve yüzüme baktı, yemin ederim gözlerinin gözlerimle buluştuğu an kalbim tekledi fakat onun yüzündeki ifade hiç değişmedi. O sadece öylece yüzüme baktı.
Bende ifademi boş tutmaya çalışarak öylece yüzüne baktım ve "Kimsin sen ?" diye sordum. Dean bıkmışcasına kısık bir nefes verdi "Adımı söylediğimi, hatta sana özel, her bir harfini tek tek söylediğimi hatırlıyorum." dedi. Bende aynı bıkkınlıkla yüzüne baktım " Adını biliyorum. Bean." gözlerindeki ifade bir anda değişti "Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Sana adımın DEAN olduğunu söylemiştim. Bak ufaklık bu yemin ederim ki son söyleyişim benim adım D-E-A-N!" kahretsin dilimi ahhh lanet olsun yine onunla dalga geçiyorum zannetmişti.
Ama bu sefer korkmayacaktım sonuçta bir hastanedeydik bana bir şey yapamazdı. "Yanlışlıkla söyledim bir an ağzımdan öyle çıktı. Dalga malga geçmiyorum seninle." dedim. Yüzüne bakmayı sürdürdüm. Ahh Tanrım kalbim...
Öylece birbirimize bakmaya devam ederken Dean konuşmaya başladı "Üşümüyor musun?" üstüme baktım lanet olsun, aptal hastane kıyafeti. Yanaklarım kızararak cevap verdim "Şey şey b-ben.." utancımdan cevap veremiyordum. Çünkü şuanda içimi rahatlıkla görebiliyordu. Üstündeki ceketi çıkardı ve omuzlarımın üstüne koydu. Minnetle gülümsedim.
Arkasını döndü ve çıkışa doğru ilerledi. "Yarın ceketimi alırım. Kendine dikkat et ufaklık." dedi, kapıdan çıkıp gitti. Aval aval arkasından bakmaya devam ettim. Mal gibi beni orada bırakmıştı. Tanrım, büyüleyici bir insandı ve bana Ufaklık diyordu ki bu durum sinirlerimi bozuyordu.
Elimdeki kahve bardağını pardon kahve bardaklarını - Dean hangi ara kendi bardağını elime verdiyse- çöpe attım, odama doğru yürümeye başladım. Odaya girdiğimde babam hâlâ tekli koltukta uyuyordu. Ona kısa bir bakış attıktan sonra Dean' in ceketine iyice sarıldım ve o muhteşem kokuyu içime çeke çeke uyudum. Dean...
Sabah uyandığımda babamdan bir iz yoktu. Hızlıca kalkıp, odanın içindeki küçük tuvalete gittim. Lavabonun üstündeki aynada yüzüme baktım. Gözlerimin altı morarmış, saçlarım yağlanmış, dudaklarım kurumuştu. Kelimenin tam anlamıyla berbat görünüyordum.
Sonra üstümdeki ceketi fark ettim. Dean'in dün gece bana verdiği ceketi. Ona ait olan kokuyu milyonuncu kez daha içime çektim. Tanrım bu adam hangi parfümü kullanıyordu böyle. Derken aklıma gelen haince fikirle, yüzümde kurnazca bir sırıtma oluştu. Ceketi çıkardım ve ceplerini aramaya başladım. Ne bileyim belki bir kart ya da ona ait bir şeyler bulabilirim diye fakat benim bulabildiğim ise naneli sakız oldu. Uyuz herif, insan ehliyetini falan ceketinin cebine atardı. Ama benim bulabildiğim ne; lanet naneli sakız ahh Tanrım!
Hastaneden çıktığımızda babamla tek kelime konuşmadım zaten onunda konuşmaya niyeti yok gibiydi. Eve geldiğimizde hızlıca odama geçtim ve kendimi yatağıma attım. Dean'in ceketi daha üstümdeydi. Evet ceketin kokusunu içime çeke çeke koku moku kalmamıştı. Resmen sömürmüştüm tüm kokusunu. Eh tabi üzerimede sinmişti.
Ellerimin saçlarıma gitmesiyle kendimi banyoda bulmam bir oldu. Duş almam şarttı. Duştayken babam seslenmişti, hoşçakal demişti ve Marry 'e gitmişti. Lanet olasıca sürtük.
Babam evde olmadığına göre rahatça yemek yiyebilirdim. Mutfağa gittim, dolaptan bir şeyler atıştırdım, sonrasında odama geri döndüm ve bavulumu hazırlamaya başladım. Tüm eşyalarımı hazırladıktan sonra arabamın anahtarlarını aldım ve yola koyuldum. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Tek isteğim vardı o da bu evden uzaklaşmak, o kadın buraya geldiğinde yüzünü görmemekti.