Ellerimi ellerinin arasına bırakıp ayağa kalktım. Bir yandan da usulca kendisine bakıyordum. Yakışıklı bir çocuktu, Namjoon'un saçları gibi düz saçları vardı. Gözleri küçüktü fakat kirpikleri gürdü. Küçük bir burnu ve biraz dolgun dudakları vardı. Uzun boylu ve kalıplıydı.
"Teşekkür ederim." dedim ayağa kalkıp dizlerimi temizlerken.
"Rica ederim..."
"Sim Jung," diyerek tamamladım cümlesini. Çantamı sırtıma iyice yerleştirirken bir yandan da yürümeye başlamıştım. O da yanımda yürüyordu.
"Ben de Sehun. Memnun oldum, Sim Jung."
"Ben de memnun oldum." deyip gülümsedim.
"Seni buralarda daha önce görmemiştim."
"Ben burada oturmuyorum, Sehun. Gezmeyi ve yeni yerler keşfetmeyi seviyorum. Yine bir yerleri keşfedeyim diye bilmediğim sokaklara girerken buldum kendimi. Şansıma da bu mahalleye girdim." diyerek omuz silktim.
"Anladım," dedi kafasını ritimle sallayarak. "Ben de bir sokak ileriye taşındım. Daha önce Gangam'da yaşıyordum ama buradaki üniversitelerden birine kaydımı aldırdım."
"Öyle mi? Hangi üniversiteye kaydını aldırdın?"
"Seoul Kimjan Üniversitesine kaydımı aldırdım. Sen de öğrencisin sanırım." dedi ve sorgulayıcı ifadesiyle yüzümü taradı.
Onayladığımı belli etmek istercesine kafamı salladım. "Aynı okuldayız."
Adım atmayı kesti ve yerinde birkaç saniye sabit bir şekilde bekledi. Bana doğru gözlerini büyüterek konuşmaya başladığında birkaç adım geriledim. "Ne? Bu duyduğum en güzel haber olabilir. Birkaç gündür okula gidiyorum ama kimseyle arkadaş olamadım. Bir arkadaşa ihtiyacı oluyor insanın. Benimle arkadaş olursun değil mi?"
O kadar sevimli duruyordu ki yaşlarımız aynı olsa da, yani aynı yaşta gibi duruyorduk, bir abla edasıyla sarılmak istemiştim. "Tabii ki olurum. Benim de pek arkadaşım olduğu söylenemez. Bir Namjoon vardı bir de sen oldun." Gülümsedim fakat hemen sonra konuşmama devam ettim. "Gerçi Namjoon'la arkadaş olduğumuza bile emin değilim." Daha çok kendi kendime konuşuyormuş gibiydim. Namjoon'la olan ilişkimi sorguluyordum. Biz arkadaş mıydık ki?
"Namjoon kim?" diye sordu merakla.
Merakına karşılık güldüm. "Namjoon benim tırtılım. Yani tırtıl dediysem lafın gelişi. Onunla da yeni tanıştık sayılır. Kendisi beni pek sevmez ama ben onu seviyorum."
"Hımm," Gülümsedi. Gülüşü gerçekten güzeldi. "Ondan hoşlanıyor musun?"
"Hoşlanmak basit bir terim. Benim ona karşı olan hislerim basitliğin ötesinde. Aşk her insanın hissedebileceği bir şey değildir. Namjoon'a duyduğum da aşk değil. Bir kitabı nasıl seviyorsam onu da öyle seviyorum. Bir çocuğa nasıl şefkat gösteriyorsam ona da öyle şefkat gösteriyorum. Kalbimden kalbine bir köprü oluşturdum. O incecik köprüde sallanarak yürüyorum. Duygularımın ne olduğunu bilmiyorum. Benim bildiğim tek şey ona verdiğim değerdir."
Sehun'un dudaklarının kenarına kırık bir tebessüm yerleşti. "Ben de tıpkı senin gibi birini sevdim ama olmadı. Umarım siz olursunuz." Çatallaşmış sesine hayretle bakarken ne tepki vereceğimi düşünüyordum. "Hayat çok kısa, Sim Jung. Eğer onu seviyorsan söyle. Bazen söyleyemediklerimiz boynumuza ip olup dizilir. Bizi boğmak için pençesini çıkaran bir kurt misali üstümüze atılırlar." Tekrar eski neşesine döndü. "Bir üst sokaktaki açık mavi binada oturuyorum. Kapı zilinin üstünde adım yazıyor. Eğer beni ararsan oradan ulaşabilirsin. Yarın okulda görüşürüz, eve gitmem lazım çünkü markete gideceğimi söyleyerek evden çıkmıştım. Ev arkadaşım beni bekliyor!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dreams of hope • kim namjoon ✔
Fanfiction"Sen bir kelebeğe ölümden bahsediyorsun. Eğer kelebek ölümden korksa kanat çırpmak için özgürlüğünü hiçe sayar mı? Bana bak, ruhumun tozlu sayfalarını tırtılken yaktım. Şimdi kelebeğe dönüşüyorum, mürekkep akmış siyah sayfaları yakıp kül ederken ben...