▼ Kanlı Bez ▼

1.1K 120 75
                                    

-Kim Jongin-

Ortaokuldayken, sessiz ve kendi halinde hayatını sürdüren bir çocuktum. Zor zamanlarım çok olmuştu ancak bir şekilde bugüne kadar gelmiştim. Şimdi geçmiş hakkında düşününce, aklıma gelen ilk kişi, o zamanlar adını bile bilmediğim Kim Jennie olmuştu.

Onu tanıdığım zamanlar, sanırım ruhen en özgür hissettiğim zamanlardı. Yaralanmam veya diğer çocuklarla zaman geçirmem yasaktı. Bu yüzden kendi başına büyüyen ve etrafı çeşitli önlemlerle çevrili olan bir çocuktum.

Okula gitmek yerine, evde özel dersler alıyordum. Bu yüzden sosyal bir çocuk olduğum söylenemezdi. Zaman akışının durduğunu hissettiğim zamanlar, evimizin önündeki bahçede vakit geçiriyordum. Bu yüzden, bulunduğum ortamlarda kendimi yaralayabileceğim her şeyi kaldırmışlardı. Hemen hemen evdeki bütün masaların kenarları yontulmuş ve ayakları sağlamlaştırılmıştı.

Ancak benim istediğim şey, önlemleri alınmış bir hayat değildi. Bazen küçük yaralara maruz kalmak, bizleri yetişkin yapan en önemli etkenlerden biriydi.

Her ne kadar sıkıcı ve içe kapanık geçen bir çocukluk yaşasam da, o zamanlar dikkatimi çeken Kim Jennie, hayatıma renk katmıştı.   

Her gün öğle saatlerinde koşarak aşağı iner ve demir kapının parmaklıklarında, o sevimli kızı beklerdim. Birkaç saniye de sürse, rüzgardan dolayı uçuşan saçları ve güler yüzünü izlemek, nedense bana enerji veriyordu. O, hayallerimi süsleyen ve yüzünden gülümseme eksik olmayan, neşeli biriydi.

Her ne kadar onu kapının demir parmaklıklarından birkaç saniyeliğine izlesem de, mutlu olmam için yeterliydi. Ancak yüzünü aklımda tutmakta zorlanıyordum. Eve döndüğümde onu hatırlamak için hafızamı zorlasam da işe yaramıyordu. Bu durum beni üzüyordu.

Bu yüzden artık buna bir son vermek ve onunla tanışmak istiyordum. Sadece karşımdan geçip giden bir yabancı olmasını istemiyordum.

Her ne kadar isteklerim bu yönde olsa da, karşılaştığım bazı engeller, sıkıntı yaratıyordu. Onunla tanışmak için evden gizlice ayrılmaktan başka çarem yoktu.

Bu yüzden bir gün öğle saatlerinde, tüm cesaretimi toplayarak bahçeden birkaç çiçek topladım ve gizlice evden çıktım.

Hiç olmadığım kadar heyecanlı olduğum o dakikalarda, duvarın arkasına saklanarak o kızı bekliyordum. Herkes çiçekleri severdi. Bu yüzden ona çiçek vermek ve en azından adını öğrenmek istiyordum.

En sonunda duyduğum sesle başımı kaldırdım. Kulağında kulaklık vardı ve neşeli bir şekilde yürüyordu. Onu ilk defa bu kadar yakın görüyordum.

Avuçlarımda sıktığım çiçekleri özenle korumaya çalışırken, fazla vakit kaybetmeden onu takip etmeye başladım. Nasıl kendimi tanıtacağımı veya nasıl konuşmaya başlayacağımı bilmiyordum. Bu yüzden uzun bir süre onu takip etmeyi sürdürmüştüm.

Kendimi hazır hissettiğim an, omuzuna dokunmak için elimi uzattım. Ona ulaşmak ve nasıl bu kadar güzel baktığını sormak istiyordum. Çünkü onun bakışları, tanık olduğum en etkileyici bakışlardı.

Ancak ona ulaşmayı başaramamıştım. Adımlarım yavaşlarken kendime kızmayı sürdürmüştüm. Umutla takip ettiğim o sevimli kız, artık evine gelmişti. Buradan daha fazla ilerleyeceğimi sanmıyordum. Bu yüzden onu uzaktan izlemeyi tercih etmiştim.

Her ne kadar benden uzakta olsa da yüzünü net görebiliyordum. Bu yüzden bir gariplik olduğunu hissetmiştim. Onu ilk defa böyle bir ifadeyle görüyordum. Aniden mutlu bakışları silinmişti. Kulağındaki kulaklığı çıkarırken önüne döndü ve kapıdan içeri girdi. Ondan hemen sonra ise, orta yaşlarda bir adam bahçeden çıkmıştı.

İfadesiz ve huzursuz görünen o bakışlar, o adam için miydi? Bir insan neden bir başkasına böyle bakardı ki?

Adamın elinde sonradan fark ettiğim eski bir bez vardı. O da oldukça huzursuz ve sinirli görünüyordu. Her zaman gülümserken gördüğüm o kızın hayatı, hiç de tahmin ettiğim gibi değildi.

O evden hissettiğim tek duygu,  mutsuzluktu.

Bir süre sonra adam dikkatli bir şekilde etrafa bakmaya başlamıştı. Diğer yandan da elindeki bezle ellerini ve gömleğindeki kırmızı lekeleri temizlemeye çalıştı. Daha sonra bezi kapının yanındaki posta kutusunun kenarına sıkıştırdı. İçeri girdiğinde ise, ellerimdeki çiçekle tek başına kalmıştım.

Nedense içimden bir ses içeri girmem gerektiğini söylüyordu. En sonunda içeri girdim ve kapının önüne doğru ilerledim. Zile basarak çiçekleri o sevimli kıza versem, yanlış mı yapmış olurdum emin değildim. Karar vermek için derin bir nefes alırken, gözlerim posta kutusunun kenarına sıkıştırılan bezde takılı kalmıştı.

Merakla elimi posta kutusunun kenarına doğru uzattım ve bezi çektim. O an bezi açtığımda, üzerindeki kırmızı lekelerle karşılaşmıştım. Bir süre sonra elime de bulaşan bu renk, kafamı karıştırmıştı. Boyaya benziyordu.

Bir süre sonra içeriden gelen seslerle irkilerek birkaç adım geriye çekildim ve başımı kaldırdım.

"Senin yüzünden oldu! Senin yüzünden! Annemi geri getir!"

"Sus artık! Gitmek onun tercihiydi. Benim hiçbir şey yaptığım yok!"

Bağırışların sonucunda bir süre sessizlik oluşmuştu. O an birinin kapıya doğru geldiğini hissetmiştim. Beni burada görmeleri doğru olmazdı. Bu yüzden telaşla elimdeki bezi ve çiçekleri kenara attım ve arkamı dönerek koşmaya başladım.

Hiçbir şekilde arkama bakmadan koştuğum o dakikalarda, içimde kötü bir his oluşmuştu. Dışarıda güler yüzlü ve sevimli görünen o kızın, eve döndüğünde yüzünün aldığı o ifade beni endişelendirmişti.

"Kai! Burada ne yapıyorsun sen!? Her yerde seni arıyoruz!"

Evdeki hizmetliler kaçtığımı fark etmişlerdi. Evdekilerden habersiz dışarı çıktığım için, muhtemelen cezalandırılacaktım. Belki de odaya kapatılacak, günler veya haftalar boyunca dışarı çıkamayacaktım.

Eve döndüğümdeyse uzun süre azarlanmıştım. Annem dışarının ne kadar tehlikeli olduğunu ve babam gibi ölmemden korktuğunu anlatıyor, bir diğer yandan da kıyafetlerimi değiştirmeme yardım ediyordu. O sırada annem elimdeki kırmızı lekeyi fark etmişti.

"Kai? Bu ne? Yaralandın mı?"

"Hayır, neden?"

Hızla elimi kendine doğru çekti ve elimdeki lekelere dokundu.

"Önemli bir şey değil anne. Boya olmalı."

"Sen ne aptal çocuksun. Nereni yaraladın da gizlemeye çalışıyorsun? Konuş çabuk!"

"Yaralamadım! Gerçekten..."

"O zaman bu kan lekeleri ne?"

Annemin bana sorduğu son soruyla  duraklayarak ellerime doğru baktım.

"Neden? Boya değil mi?"

Annemin yüz ifadesi değişirken, içinde biriken öfkeyi hissedebiliyordum.

Çok geçmeden ayağa kalktı ve kolumdan tutarak beni odaya doğru sürükledi.

"Bir süre burada kal ve sana söylediklerimi düşün. Sen nasıl bir çocuksun cidden... Hiç laf dinlemiyorsun."

Sitemli sözlerinden sonra üzerime sert bir şekilde kapattığı ve kilitlediği kapıya doğru baktım ve korkuyla yutkundum. Nedense kötü şeyler olacak gibi hissediyordum.

Uzun hikayeler hoşunuza gidiyor mu?
Umarım bu uzun bölümle sizi sıkmamışımdır.
İleride ilginç olaylar olacak, beklemede kalın. ♡ ♡

BLACK ▼ JenKaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin