Oturduğumuz masaya sakince yaklaştım. Sadece benim telefonum vardı. Sanki masada sadece ben oturmuşum da yanımda başka kimse yokmuş gibi düzgündü sandalyeler.
"Hanımefendi?"
Tabiri caizse yerimde sıçrayarak gelen sese döndüm. Ödüm şuan gerçekten patlamış olabilrdi.
"Özür dilerim sanırım sizi korkuttum, sadece siparişlerinizi getirmiştim."
Tepside sadece bir amerikano ve çikolatalı pasta vardı. Ve kesinlikle aşağıda gördüğüm tepsiden farklı bir tepsiydi bu. Pastanın deseni bile farklıydı.
"Arkadaşlarım nerde?"
Hafifçe kaşlarını çatan garson çocuk tepsidekileri masaya güzelce dizdikten sonra bakışlarını bana çevirdi.
"Afedersiniz efendim ama hangi arkadaşlarınız?"
Zıvanadan çıkmama çok az kalmıştı, hissedebiliyordum.
"Bakın, bana oyun oynamayın. Ben buraya iki arkadaşımla beraber geldim. Ya onları şu an buraya getirirsiniz ya da olacaklardan ben sorumlu değilim! Burada ne haltlar döndüğü umrumda değil sadece bırakın gidelim!"
Şaşırmış bir yüz ifadesiyle bana bir adım yaklaşan çocuktan iki adım geri çekildim.
"Ne dediğinizi anlamıyorum hanıme-"
"Hanfendine de sana da başlatma be! Kızlar nerde?"
Odanın köşesindeki güvenlik kamerasına el salladım.
"Kamera şakası değil mi bu? Benim çatlak arkadaşlarım tabikide anında dahil oldular tabi böyle bir olaya. Güldünüz eğlendiniz hadi tamam yeter gidelim artık. Kızlar? Nerdesiniz?"
"Sakin olur musunuz, beni korkutuyorsunuz."
Beni yatıştırmak için yaklaşmaya çalışan garsonu itekledim.
"Asıl siz beni korkutuyorsunuz!"
"Lütfen sakin olun!"
"Bana doğru düzgün bir cevap verene kadar sakin falan olmayacağım ben!"
Garson çocuk ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıp benden uzaklaştı.
"Tamam, sizi sakinleştirmeye çalışmayacağım. Ama burayı terketmenizi istemek zorundayım. Müşterileri rahatsız ediyorsunuz."
"Hah! Olmayan kişileri nasıl rahatsız edebilirim ben?!"
Duyduğum öksürük sesiyle kafamı sağ tarafa çevirdim. On dakika önce boş olduklarına yemin edebileceğim masalar insanlarla doluydu şimdi.
Ellerimle yüzümü sıvazlayıp tekrar baktım.
Kafe neredeyse tamamen doluydu ve herkes pür dikkat bana bakıyordu.
"Bir sorun mu var Min Hyuk?"
Takım elbiseyle yanımıza gelen adama yönelttim bakışlarımı. Bu dünyadan değilmişçesine yakışıklı ve bomboş bakışlı adam yanımdaki garsona seslenmişti.
"Efendim, hanımefendi biraz zorluk çıkarıyor."
Korkuyla karışık sinirli bakışlarımı ona yönelttim. Beynim olayları idrak edemiyordu artık.
"Ben zorluk çıkarıyorum yani şuan? Delireceğim az kaldı!"
"Müşterilerimize karşı daha nazik olmalıyız, değil mi Min Hyuk? Siz onun kusuruna bakmayın aramıza yeni katıldı, uyum problemleri yaşaması gayet doğal. Ne istemiştiniz ben yardımcı olayım."
Hızla selam vererek yanımızdan uzaklaşan garsondaki bakışlarımı adama yönlendirdim.
"Arkadaşlarımı istiyorum beyefendi, yardımcı olacak mısınız gerçekten?"
Çok iyi bir oyuncu olabilirdi ama ben o boş bakışlarındaki saniyelik siniri görmüştüm.
Harika.
"Peki benim kafem ile sizin arkadaşlarınızın ne alakası var, sorabilir miyim?"
"Gerçekten yeter artık bu kadar oyun."
Hızla telefonumu elime aldım.
"Eğer beş dakika içinde kızlar burda olmazsa polisi arayacağım."
Sırıtıp ellerini ceplerine koyarak delici bakışlarını gözlerime kitledi.
"Saçmalıkların için rahatsız edildiklerini anladıklarında suçlu sen olacaksın ben değil."
"Bakalım onlar kimi suçlu bulacak?"
Ekran kilidini girip numarayı tuşladım.
Aramayı yaptıktan sonra telefonu kulağıma götürdüm. Bir yandan da sinirli bir şekilde ortadan kaybolmasın diye karşımdaki adama bakıyordum.
O ise benim aksine oldukça rahattı. Yanında dikildiğimiz masaya oturmuş benim sipariş ettiğim amerikanoyu içiyordu şuan.
Telefondan gelen bildirim sesiyle ekrana baktım. Şarjım bittiği için telefon kapanmıştı.
Hayattaki şansım beni şaşırtmıyordu ama bu kadar da olmazdı ki canım.
"Telefonunuzu alabilir miyim acaba?"
Sandalyede geriye yaslandı.
"Beni polise şikayet edin diye mi? Hiç sanmıyorum."
Derin bir nefes alıp her saniye beni daha da sinir eden adamın karşısına oturdum. Masanın üzerinde birleştirdiğim ellerimin üzerine doğru hafifçe eğildim.
"Bak, gerçekten sorun çıkarmak istemiyorum ama siz de bana hiç yardımcı olmuyorsunuz. Burda ne haltlar döndüğünü anlamadım ve açıkçası umrumda da değil. Sadece arkadaşlarımı bırakın da gidelim. Bende polise ispitlemeyeyim sizi, tamam?"
Beni tek kaşı havada ve yüzündeki sırıtışla dinleyen adam, aniden ciddileştirdiği yüzüyle aynı benim gibi masada bana doğru yaklaştı.
"Sen beni tehtid mi ediyorsun?"
"Hayır sadece olasılıkları belirttim."
"Hemen şuan polise gidebilirsin umrumda değil. Kimden söz ettiğini bilmiyorum ve bir deliye yeterince vakit ayırdım."
Takip etmekte zorlandığım bir hızla masadan kalktı. Çantamı ve telefonumu alıp peşinden koştum.
"Benden öyle kolay kurtulamazsınız beyefendi! Hey! Nereye gidiyorsun?"
Ben merdivenleri inene kadar gözden kaybolmuştu. Bu nasıl bir kafeydi de herkes saniyeler içinde kaybolabiliyordu!?
Kasada duran adının Min Hyuk olduğunu öğrendiğim garson bana bakıyordu.
"Dur tahmin edeyim, ben yukarıda kendi kendime konuşuyordum ve takım elbiseli biri aslında hiç olmamıştı dimi?!"
Sinirle kafenin çıkışına ilerledim.
"Daha neler görecek bu gözler acaba, çok merak ediyorum!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Delicate
FantasyHayatımızın seyri ne çabuk değişiyordu. Bir günümüz oldukça sıradan geçerken, bir diğer gün bütün yaşantımızın değişmesine sebep olacak olaylar yaşayabiliyorduk. Ne garipti yaşamak.