4. DAKİKA

19 3 0
                                    


İnsan hayatı kalp ritmine benzer. Monitörde görünen düz çizgi senin öldüğünün işaretidir. Bizden her günümüzü aynı geçirmemiz istenirken bunun düz çizgiden ne farkı olabilir ki. Yaşadıklarımız, sevinçlerimiz, üzüntülerimiz… Bunlardı bizi biz yapan. Yaşadıklarımız, hissettiklerimizdi.

Bir şey yaptığında sevinirsen, o sana mutluluk ve haz verirse onun bir daha olması için uğraşırsın. Bilirsin çünkü o senin gülümsemenin nedeni. Gidip de seni mutlu eden her şeyin peşinden koş demiyorum. Mutluluk veren şeyler de ileride zarar verebilir sana. Çamura batmaya başlasan da koş. Pes etme. Mutlu olmaktan, üzülmekten, ağlamakta korkma. Seni sen yapan şeyler bunlar.
Eğer hayatının monitörde ki gibi düz çizgi olmasını istemiyorsan tabi…

-Ali DİNÇ

“Benim bir şeyler yapmam lazım.”Bulut, deli gibi salonda dolaşan Deniz'in kolundan tuttu. “Sakin ol.”dedi. Deniz sinirle saçlarını karıştırdı. Ağca'yı alıp gitmeleri karşısında bir şey yapamamıştı. Hiçbiri bir şey yapamamıştı. Ağca onunla gelmelerini istemeyince öylece oturup kalmışlardı evde. Elleri kolları bağlı bir şekilde. Özlem, Ağca’yı alıp gittiklerinde eve gitmişti. Onunda eli kolu bağlıydı ve ailesini endişelendirmek istemiyordu. Ama böylece gitmesi Deniz'i sinir etmişti.

“Ben yapmadım demesi lazımdı.”dedi Bulut elleriyle yüzünü ovuştururken, sesi boğuk çıkmıştı. “Ağca bu Bulut. Sence herhangi birimizi ateşe atar mı?”diye sordu Ali. Doğruydu! Kanlı bıçaklı olsalar da dört dost asla birbirlerini ateşe atmazdı. Bulut’un cebinde telefonu titredi. Hızlı adımlarla kapıya yöneldi ve hızla çarptı kapıyı. Can bildiği üç kardeşiyle beraber yavaş yavaş dibe batıyorlardı ama elinden bir şey gelmiyordu. Deniz üçlü koltuğun ucuna çöktü. Ali yaslandığı masadan doğruldu ve Deniz'in yanına oturdu. Deniz kafasını Ali’nin omzuna yasladı.

“Nasıl hissediyorum biliyor musun?”dedi kafasını kaldırıp Ali’nin gözlerine bakarak. “Nasıl?”diye sordu Ali. Bir bacağını katlayıp Deniz'e döndü. “Hani Nehir öldüğünde..” Ali, Nehir’in ismini duyunca dikeldi. Canı artık acımaz zannediyordu ama her zaman bir şeyler cız ediyordu. Deniz devam etti. “Nehir’in mezarının başında nasılsın diye sormuştum ya sana, sen de hiçbir şey hissetmiyorum demiştin. Beynim zonkluyor demiştin. İşte öyleyim şuan. Beynim zonkluyor.” Bir elini Ali’nin dizine koydu. Deniz ona Nehir’i hatırlatmak istememişti. Ali biraz duraksadı. Kendini toparlaması çok uzun sürmedi. Sevdiği kızı kanserin almış olması eskisi kadar yakmıyordu canını. Ufak ufak yanan ve kül olmaya hazırlanan bir sızıydı bu. Ali ölünce de tamamen sönecek bir şeydi.

“Hiçbir şey hissetmemek. Boşluk.”dedi Ali koltukta önüne dönerken. Dirseklerini dizlerine koydu. “Çok kötü bir şey Deniz'im. İnsanı yavaş yavaş bitirir. Sen hiçbir şey hissetmesin bu olurken. Kendini insanlardan tamamen soyutlamak gibi bir şey. Çünkü boşluk, hiçbir şey hissetmiyorsun. Ne kadar kötü durumda olduğunun bile farkına varamıyorsun.” Ali yutkundu. Dolan gözlerini kapattı ellerinle. “Nehir öldüğünde yapamam dedim.” Deniz bir elini Ali’nin sırtına koydu.

“Dört sene canımdan sakındığım kızı kanserin alıp götürmesi yere çakılmamı sağladı. Anne ve babamdan sonra bir kişinin daha gitmesi mahvetti. Ama topladım kendimi. Deniz biz nefes alabiliyoruz. Nefes aldığımız sürece bir şeylerin üstesinden gelebiliriz. Hala özgürken ve birbirimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yokken biz her şeyin altında kalkabiliriz.”

Deniz, Ali’ye sarıldı. Soğuktan nefret eden Ali’nin vücudu buz gibi olmuştu. “Özür dilerim.”dedi. Ali, kendini Deniz'den çekti. Gülümsedi. “Özür dileme. Pişman olma. Şimdi git sevdiğin adamla konuş. Yarın çok geç olabilir. O şuan oradayken biz burada böyle oturuyoruz. Yarın onu bulamayabiliriz değil mi?” Deniz'in gözleri dolarken bir şey diyemedi. Kafasını salladı sadece. 

Ağca’yı bir daha görememe düşüncesi korkutmuştu onu. Her ne kadar canını yaksa da seviyordu onu. Kendinden bile daha fazla. Ona karşı kalbi farklı atmasa bile dostuydu onun. Yoldaşıydı. Koşarak odasına gitti. Uzun zamandır üstünde olan kıyafetlerini değiştirdi. Saçını at kuyruğu yaptı, ayağına ayakkabılarını geçirdi. Kapıdan çıkmadan önce ona yüzünde gülümsemeyle bakan Ali'ye sarıldı.

Ağca’dan önce uğrayacağı bir yer vardı.

Ecevit’in evinin önüne gelince duraksadı. Sıcakladığı için hırkasını çıkardı ve beline bağladı. Elini tişörtünün yakasına götürdü, çekiştirdi. Yavaş adımlarla kapıya ilerledi. Avuç içleri terlemeye başladı. Pantolonuna sürttü avuç içlerini. Zile bastı. Bir süre sonra kapı açıldı. Ecevit, Deniz'i görünce şaşırdı. Deniz istemsiz gözlerini Ecevit’in üstünde gezdirdi. O gece neresinden vurduğunu bilmiyordu. Ölmediği için şükrediyordu. Şuan böyle ayakta olduğu için de minnettardı.

Ecevit, Deniz'i içeri çekti. Evin arka bahçesine götürdü. Deniz durduklarında yavaşça kolunu çekti. Ecevit bir süre etrafa göz gezdirdi. “Polisler daha yeni gitti, etrafta olabilirler.”dedi. Deniz tepki göstermedi yüzünde. “Olsunlar.”dedi. Deniz'in sesi kırgındı. Uzun zamandır boş hissettikten sonra sesinde ki kırgın ifade kendisini de afallatmıştı.

“Özür dilerim.”dedi Deniz. Ecevit şaşırdı. Deniz'den beklediği son şey özür dilemesiydi belki. Deniz'in onu suçlayacağını düşünüyordu. 

“Ne?”dedi Ecevit. Deniz bir kez daha bakmak istedi Ecevit’e. Ve tüm vücudunu iyice inceledi. Karşısında sapasağlam görmesi mutlu etmişti onu. Üç dört gün de bu kadar toparlanmasını beklemiyordu. “Özür dilerim. Her şey için.”dedi Deniz. "İyi olduğun için de teşekkür ederim."

Normalde bir insana özür dilerim dediğinde karşındaki insan büyük ihtimal sorun değil derdi. Ama bu özür Ecevit’in beklemediği anda geldiği için hiçbir karşılık veremedi. Gerçi bir adamı rastgele vurup ardından da gelip özür dilemek ne kadar mantıklıydı emin değildi.

“Neden yalan ifade verdin?” Deniz hemen Ağca’yı görmek istiyordu aslında. Ama bunun nedenini de merak ediyordu. “Ecevit seni ben vurdum biliyorsun değil mi?” Ecevit kafa salladı. “Biliyorum.”dedi.

Ecevit yalan ifade vermişti. Çünkü Ağca her şeyi öğrenince Özlem’e ne yapacağını bilmiyordu. Özlem umurunda değildi. Kırılması, üzülmesi, incinmesi.. Ama karnında ki bebek onundu.  Onun çocuğuydu. Onu düşünmek zorundaydı. Deniz ondan cevap alamayınca derin bir nefes alıp verdı ve çıkışa doğru ilerledi.

Arkasına döndü ve bağırdı. “Korkaksın! Kendin bir şey yapamadığın için insanları kullandın Ecevit. Sen korkaksın.” Ecevit güldü. Ardından gözlerini Deniz'e çevirdi. Gözlerinde her zaman ki bakış vardı. Sevecen, sıcak, samimi bakışlardı. Deniz'in tanıdık olduğu bakışlardı bunlar.

“Orası kör nokta değilmiş. Polisler kamera kayıtlarını almaya gidiyorlarmış.” Deniz'in gözleri açıldı. Araba yığınlarının orada kamera olduğunu biliyordu. Ama aklına hiç gelmemişti. “Yani inceleyecekler…” Ecevit devamını getirmedi. Orada kameraların olmasını asla istemezdi. Yok sanıyordu da. Ama kaçırılma ve türlü türlü olaylar olduğu için güvenlik amaçlı takmışlardı. Ecevit’in bakışları sertleşti. O gün kulübede ki dehşet saçan bakışları oturdu gözlerine.

“Eğer korkak olsam Deniz, Ağca’yı tutuklatıp yalan ifade vermezdim.”  Deniz bir an korktu. Sona yaklaşıyordu. Kamera kayıtları izlemeleri en fazla bir gün sürerdi. Kimin ne yaptığını öğrendiklerinde onu tutuklayacaklardı. Ağca'yı görmek istedi. Bir şey demeden ayrıldı Ecevit’in evinden. Ecevit kapanan bahçe kapısına baktı.

“Özür dilerim. Ölmek istedim çünkü başka türlü işin içinden çıkılmayacaktı.”

Ecevit kendi hayatını kaldıramadığı için son vermek istemişti. Ama dört gencin hayatını nasıl yerle bir ettiğini o zamanlar bilmiyordu.

CENNETİN ÇOCUKLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin