Size bahsetmek istediğimi birkaç şey var, mesela beni gerçekten tanımak için bakmanız gereken üç noktadan bahsetmek istiyorum. Benim, üç noktamdan. Hayatımın sonuna eklediğimi o üç noktadan bahsetmek. Birincisi, ailem. Korkunç göründüğünü ve aslında öyle olduğunu biliyorum ama herkes için bu biraz böyledir, toksik bir aileniz varsa her şey daha da karanlıktır daha da yoğundur. İkincisi, tutkularım. Yazmak, çizmek, boyamak. Yaşadığım olağanüstü korkunç şeylerin arkasından bunlar benim tek kurtarıcılarımdı. Ve son olarak, hastalığım.Savaşmaya çalışıp her seferinde teslim olduğum tek zaafım. Kendimi her kaybettiğimde bulduğum yer, her kaybolduğumda kaçtığım yer olan hastalığım.
Benim tek zayıflığım.
Çünkü bilmelisiniz ki, bununla hiç başa çıkamadım. Herkes başa çıktığımı düşünürken bile, hiç çıkamadım. Aksine daha çok kapıldım hep, daha çok bir parçası haline geldim, daha çok benliğime kattım onu ve zamanla gerçekten ona dönüştüm. Sinsi ve kurtulunması imkansız bir hastalığa dönüştüm. Bunu kabul ediyorum. Ve düşünüyorum ki, bu hastalık beni öfkelendiğimde ya da üzüldüğümde daha hızlı kavrıyor, her şeyin birkaç kat daha yoğun ve sarsıcı geçmesine neden oluyordu.
Ve tam şu an, kendi kız kardeşim onu öldürmemem için gözlerimin içine bakıp bana yaşattığı şeyin acısıyla yanarken, hastalığımın damarlarımda yanmaya başladığını ve bir mürekkep gibi yayılan geçmişin kalbimdeki bütün iyiliği öldürdüğünü hissedebiliyordum. Pes edecek kadar bile güçlü değildim oysaki ama şimdi buradaydım ve gittiğimde olduğum kadınla ilgim bile yoktu. Anlatmak istediğim her şeyi anlatamıyorum biliyorum ama görmek isterseniz, sadece dikkatle biraz derine bakmanız yeterli olacaktı. Çünkü biraz bile derine inebilirseniz, canımın ne kadar yandığını ve artık yanacak hiçbir şeyin kalmadığını anlayabilirdiniz.
''Bütün gün seni bekleyemem.'' Dedim, yüzümdeki hafif tebessüm yerini ciddiyetle harmanlanmış öfkeye bırakırken. Size bir şey itiraf edecek olursam, bu onu orada hiç gözümü bile kırpmadan öldürecek kadar öfkeli olduğumdur. Gözümü bir saniye bile kırpmazdım. ''Ya babasız büyüyecek bir çocuk doğuracaksın ya da annensiz bir çocuk büyüteceksin.''
''Yakut...'' Yalvarıyordu, gözlerinden yaşlar arka arkaya devrilirken bakışlarındaki acıyı görebiliyordum. Ona bakmak göğsümde yanan kocaman bir ateşe bakmak gibiydi. Ve bu canımı hiç acıtmıyordu. Timur gözlerini onlardan hiç ayırmadan bakarken Asya tekrar '' Lütfen...'' diye yalvardı. ''Lütfen, yapamam. Bu çocuğu onlar olmadan büyütemem.''
İçim garip bir hırsla titredi. Kalbimin derinliklerinde yankılanan o sesi hala duyabiliyordum. Sanki içimden kopup gelen bir acının sesiydi, bütün vücudumda yankılanıyordu. Dudaklarım hafifçe kıvrılırken ''Sen babasız büyümedin mi?'' diye sordum. ''Ben babasız büyümedim mi?''
Semih ''Beni vur.'' Dedi, Asya'ya bakarak. ''hadi güzelim, beni vur.''
''Aaa,'' dudaklarımı büzerek silahı yavaşça vücuduma sürttüm ve ''Çok şekersiniz.'' Diye mırıldandım. Asya başını iki yana sallayarak ''Hayır, yapamam,'' diye ağlarken Semih ''Seni seviyorum, sana kızmıyorum, beni vur. Lütfen.'' Dedi, araya girerek. ''Beni vur hadi. Hayatta kalabilirim.''
Güldüm, dudaklarımı birbirine bastırarak ''Sanırım oyunun kurallarını yeterince iyi anlatamadım.'' Dedim. Yavaşça Semih'in üzerine yürürken elim omzuna koydum ve ''Biriniz öleceksiniz.'' Dedim. ''Biriniz ölecek.''
Asya hıçkırarak ''Bu kadar kötü biri olamazsın!'' diye bağırdı. ''Yapamam!''
''Ben mi kötüyüm?'' diye bağırdım yanına doğru geçerken. ''Sence kötü olsaydım, sadece birinizi mi vururdum? Bence sadece seni öldürmek, hem de bebeğinle, bu iki işe yaramazı öldürmekten daha iyidir!'' Silahı kaldırıp kafasına dayadığımda Semih ''Hayır!'' diye bağırdı. ''Hayır, lütfen, lütfen ona dokunma! Timur! Bir şeyler yap!''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAH GÜL
Ficción General"Avucunun içini parçalayan bıçak gibiyim," diye fısıldadı bıçağı sıktığı avucunun içinde oynatarak kendisine doğru çekerken. Avucumda oluşturduğu derin yarık boğazımda biriken kan damlalarının gözyaşı olarak yanaklarımdan ateş topu gibi yuvarlanmas...