3 | unravel

781 143 42
                                    

Güneş henüz tepede belirmiş, Lee Taeyong yeni uyandığı için hâlâ bayık bakan gözlerini tavanına dikmişti. Yavaşça dikeldi ve uykulu bakışlarla saçlarını karıştırdı.

Yalnızca uyumak istiyordu.

Gerekirse sonsuza kadar.

Çünkü göğsündeki ağrı ve her şeye duyduğu nefret hissi başka türlü geçecek gibi değildi. Hayattan zevk almak, normal bir genç olmak istiyordu fakat her günü yalnızca zorlama bir rutin gibiydi.

Yeni bir gün.

Bir gün daha ömrümden gitti, her gün biraz daha yaklaşıyorum. Oksijenim bugün fark edilmeyecek kadar da olsa daha da azaldı. Daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum.

Göğsüm bedenime ağır geliyor, sanki her gün içime bir kara duman daha da doluyor.

Canım yanıyor, sorunum ne bilmiyorum. Ama canım yanıyor.

Ayağa kalktı ve ayaklarını sürüyerek odasından çıktı. Yavaş adımları koridorun karşısındaki banyoyu bulduğunda, içeri girdi ve kapıyı kapatarak aynanın karşısına geçti.

Suratı her zamanki gibi solgundu, gözleri bayıktı, kahverengi saçları karışıktı. Aynadan baktığında gördüğü bedenin içindeki her şey çoktan ölüydü ve belli ki vücudunu da yavaş yavaş çürütmeye başlamıştı. Hiç mutlu, hayat dolu bir çocuk olmamıştı ama son günlerde hayatının hiçbir değerinin olmadığı gerçeği daha sert çarpıyordu yüzüne.

Derin bir nefes aldı ve musluğu açtı. Daha fazla aynaya bakmak istemiyordu, aynaya baktığında gördüğü ölü heriften nefret ediyordu.

Elini yüzünü yıkayıp kendisine gelmeye çalıştı. Yere sürüdüğü adımları banyodan çıkarak tekrar odasına döndüğünde, sabahın şu saatinde bile babasının mutfaktan yükselen bağırışlarını duyabiliyordu. Oflayarak gözlerini devirdi ve odasına geri döndü.

Kendisini parası için kullanan genç kızlarla çıkmayı bırakması lazımdı.

Her zaman giydiği okul formasını çıkarttı ve giyinmeye başladı. Saçlarını da hep yaptığı gibi yapacak, her gün omuzlarına astığı çellosunu yine omuzlarına asacak ve etrafına ölü bakışlar ata ata, sürüdüğü adımlarıyla dışarı çıkacaktı. Belki de Lee Taeyong o yüzden bu kadar nefret ediyordu hayatından, belki de bu yüzdendi bu öfkesi.

Hayatında hiçbir şey yoktu.

Kayda değer, önemli, onu hatırlatacak hiçbir şey yoktu. Dümdüz, sıradan, her yerde karşılaşacağınız herifin tekiydi. Ekranın diğer tarafında ölse tek bir gözyaşı dökmeyeceğiniz, çellosundan başka onu hatırlatacak hiçbir şeyi olmayan, suratsız, içine kapanık hatta asosyal bir çocuktu, hepsi bu.

"Formam kahverengi..." dedi, kahverengi postacı çantasını boynuna asarken.
Kahverengi çello kutusunu omuzlarına asarak sırt çantası gibi taktı.
"... Eşyalarım kahverengi..."
Başını hızlıca iki tarafa sallayarak saçlarını düzeltti ve müzik açmayacağını bile bile kulaklıklarını taktı.
"... Saçlarım kahverengi. Sıkıcı, düz, boğucu kahverengi."
Kendi kendine alayla gülerek evden ayrılmak üzere odasından çıktı.

"Ben de boğulup gebersem keşke."

O gün kendisinden daha çok nefret ettiğini hissetti ve o gün, o evi öyle terk etti.

Korkak, bencil ergenin tekiyim. Hiç sevilmedim, asla sevilmeyeceğim.

Hayatın kendisinden nefret ettiğini söylemesine rağmen hayatı sevip ona tutunmaya çalışan kızın tekiyle tanıştım. Buna rağmen onun zayıf vücudu ve sağır kulaklarıyla yaşadığı hayatından çok ama çok daha kolay hayatımdan nefret etmeye devam ediyorum. Onun kadar cesur değilim, imreniyorum.

hated by the life itself ➵ lee taeyong✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin