Otel odasının çöktüğüm köşesinde, telefonu bir kenara bıraktıktan sonra gözlerimi kapatıp avuçlarıma bastırıyor, eskiyi hatırlamaya çalışıyorum. Az da olsa hatırlamak içimi rahatlatacak.
Birkaç dakika geçerkense hayal meyan canlanmaya başlıyor anılar.
Mevsim yaz, kasabanın sahilinde yaşıtım olan arkadaşlarımlayım. On yedim bitti bitecek, bitmesin istiyorum. Yaşımın getirdiği delilikle yaşamaktan memnunum çünkü, aklıma eseni yapmaktan çekinmiyorum, bazı zamanlar akıllıca olmadığını bildiğim kararlar verebiliyorum. Diyorum ya yaşım getiriyor, buna sığınıyorum. Yetişkin olduğumda tüm bunları yapamayacağımın farkındayım, ondan abartıyorum.
Çocuklar aralarında kızlar gibi konulardan konuşup eğleniyorlar ancak şu anda dikkatimi çekmiyor hiçbiri, uzandığım çimlerde başımın üzerinde sallanan ağacın yapraklarını izlemekle meşgulüm.
Dallar arasından gözüme ulaşan güneşten kaçınmak için dirseklerimde doğrulduğum sırada, plajdan geçerek buraya ulaşan toprak yoldan insanların gelip geçtiğini görüyorum. Aralarında diğerlerinden ayrı olarak biri dikkatimi çekiyor. Üzerinde beyaz tişörtü ve kısa şortu, ağustos güneşine meydan okurcasına açıkta duran beyaz teniyle, salınarak yürüyen çocuk. Uzun saçlarını bağladığı hâlde, alnına düşen birkaç tutam gözlerini gölgelemiş. Benden küçük olduğu belli.
Bakışlarımı biraz sonra yanımdan geçip gidecek olan çocuktan tekrar koca çınara çevirmeyi düşünsem de, yüzündeki gülümsemesi vazgeçiriyor beni. Önüne çıkan oyuncu köpeği kulağıma net olarak gelmeyen kahkahalarıyla karşılıyor.
Gözleri bir süredir onu izleyen gözlerimle tanıştığı anda daha düzgün görünmeye özen gösteriyorum. Üzerimdeki gömleği eteklerinden çekerek düzeltiyor, dirseklerimi tekrar çimlere yaslayıp bir o kadar da oralı değilmiş gibi görünmeye çalışıyorum.
Çocuklar soyutlanışımın farkına varmalarıyla ve büyük ihtimalle bir kızın geçtiğini düşünüp o yöne döndüklerinde, görmesinler istiyorum. Onlarla iyi anlaşıyor ve birçok şeyi paylaşıyorum fakat bazen tanrı biliyor ki, yine de yalnızlık çekiyorum.
Görmesinler istiyorum onu bir anda, şu yoldan geçen çocuğu bir tek ben görüyor olayım.
Yaklaştıkça ellerinde birkaç kitap tuttuğunu fark ediyorum. Geçip gitmesine iki adım kalmışken, aynı hizada giden bisikletin fazla yakından geçmesi üzerine, birkaç adım ileri atılıyor. Böylece yere düşürüyor elindeki kitapları. Bir anda ayaklandığımda canına zarar gelmediğini anlıyorum. Ama bisikleti süren her kimse, sesimi duymuş gibi onun öylece gitmesini önledi sanki diye düşünüyorum. Sonra hemen yanına koşuyor ve düşünmeden kitapları yerden toplamasına yardım ediyorum.
Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda daha yakından görme şansını yakalıyorum onu. Güzelliği, iri dişlerini gösterircesine gülümseyip "Teşekkür ederim." derkenki sesiyle bir bütün oluşturuyor. Başım döner gibi oluyor o anda. Fakat diyorum kendime, Taehyung, o bir kız değil.
Neden bilmiyorum, şimdi az önceki ufak kalabalığa dönüp bu yabancının gitmesine izin vermek istemiyorum o an. Gittiği yeri soruyorum karşımdaki çocuğa. Kütüphaneye gideceğini öğrendiğimde elindeki kitapların yarısını alarak peşine takılıyorum. Böylece kasabadaki tek kütüphane sayılan, kilisenin kütüphanesine doğru yol alıyoruz. Çocuklar konusunda endişeli değilim, onların gönlünü sonradan alacağımdan eminim.
Yolda ismini soruyorum, "Jeongguk." diyor. "Jeon Jeongguk." İsmini beğeniyorum. "Kim Taehyung." diye karşılık vererek elini sıkmaya yelteniyorum, tutuşan ellerimize bakmadan etmiyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
afraid, taekook
FanfictionKim Taehyung takıntılı aşkı Jeon Jeongguk'un kendinden başkasıyla olması fikrine katlanamıyordu. texting + düz yazı