Bazen düşünceler insanın aklında dört dönüyor, zorluyordu. Düşündükçe yüzüne vuran duygular kendilerini belli ederken bunu saklayacak gücü de olmuyordu insanın.
Bazen, duygularımıza karşı yenik düşüyorduk.
Gökçe'nin gösterdiği mesaj üzerine duraksamıştım. Aklıma ilk olarak otogarda gördüğüm benzerlik gelirken istemsizce bir titreme yaşamıştım ama kısa sürmüştü. Yalnızca tereddütlerim oluşmuştu ve o kadar fazlaydı ki, aşağıya gitmeye cesaretim kalmamıştı. Cihangir'e duşa girip uyuyacağımı belirten bir mesaj attıktan sonra kendimi doğruca yatağa bırakmıştım ve şu an, günün ne zaman doğduğundan bile haberim yoktu.
Kapının önünden sevdiğim adamın, "Esila bu saate kadar uyumaz." diyen sesi geldiğinde gözlerimi açtım. Birkaç saatlik uykum burada son bulurken beni merak ettiğini anlamak, içimde farklı duygulara yol açmıştı bile. Yataktan kalkmadan önce doğruca telefonumu alıp baktığımda yeni bir mesaj yoktu. Dün gelen mesaja da cevap vermemiştim zaten.
Zorlukla yerimden kalkarken derin bir nefes aldım, içimdeki tereddütü bastırmaya çalıştım. Üzerime yapışan beyaz bir kazak giydikten sonra, kışlık siyah bir tulumu da giyerken Gökçe'nin "Ben bakarım şimdi ona." diyen sesi bana ulaştı. Adım seslerine bakılırsa kapımın önünde bekleyen sevdiğimin yanına geliyordu. Duvardaki aynanın yanına gelip saçlarıma gevşek bir topuz yaparken Cihangir'in, "Oda müsaitse ben de geleyim, olur mu? Sen bir bak, bana haber ver." demesiyle kapıya ilerledim. Sesindeki endişeyi hissetmek bu karmaşık halimi iyice hassaslaştırıyordu ve ben bunu hiç mi hiç istemiyordum.
Gökçe'nin "Tamam." diyen sesi geldiğinde ondan önce davrandım, kapıyı açtım. Hemen kapının önünde olan Cihangir'in gözleri anında bana dönerken, "Esila?" diye mırıldandığında Gökçe'nin de gözlerime baktığını hissediyordum ama ona bakmadım. Bu, Cihangir'i daha da meraklandırmaktan başka bir işe yaramazdı ve şu an bunu da istediğim söylenilemezdi. Zaten anlatabileceğim bir şey yokken, o duruma düşmek iyi olmazdı.
Gökçe'nin üzerimdeki gözlerini bir kenara bırakıp Cihangir'e gülümsedim. İçten, sakin bir şekilde gülümsedim ve sebebi de kesinlikle kalbimizden gelenlerdendi. Küçük bir iç çekişle, "Günaydın." dediğimde bana yaklaştı ve elini yanağıma koydu. Hızlıca, "İyi misin sen? Hasta mısın yoksa?" dediğinde pişmanlığı kalbimde hissettim. Zorlukla yutkunup, "Hasta değilim, yorgundum sadece. Dinlendim ve şimdi gayet iyiyim." dediğimde Gökçe'nin gülüşüyle ona baktım. Kendini tuttuğunu belli eden ifadesiyle "Ben gideyim o zaman." dediğinde, güven veren bakışlarını hissetmiştim. Gökçe bu konuda da yanımdaydı. Hatta öyle ki, Ömer bir mesaj daha atsa onu parçalayacak gibi bir hali vardı.
Cihangir, Gökçe'nin gitmesi üzerine hafifçe gülümseyerek "Korkuttun beni." dediğinde başımı omzuna yasladım. Tekrar ederek, "İyiyim." dediğimde gülümsediğini alttan bakışlarımla görmüştüm. Gözleri bana döndü, yüzündeki gülümseme büyüdü. Hafif bir sesle "Meleğim," diye mırıldandı, beni kalbinden kopanlarla buluşturdu. İçim bir hoş oldu. Güldüm.
Cihangir derin bir nefes alırken, "Hadi, gidelim. Kahvaltı yapmadın sen, Uludağ'a çıkınca onlar gezerken biz de güzel bir kahvaltı yaparız." dediğinde yerimde doğruldum. Cihangir'den bir adım uzaklaşırken, "Aç değilim ben, kahvaltı yapmasam da olur." derken aklıma takılan konuya değinerek, "Gezdikten sonra geri gelecek miyiz yoksa oradan mı gideceğiz?" diye sorduğumda kaşları hafifçe çatıldı. Kısa bir cevapla, "Oradan gideriz." dedikten sonra asıl tepki verdiği konuyu dile getirdi. "Kahvaltı yapmalısın Esila."
Dikkatli bakışlarını üzerimde tutan sevdiğime bakıp gülerken kapıyı açık bırakarak odaya girdim. Odanın müsait olduğunu anlayarak arkamdan gelirken cevap vermediğim için bir kere daha üstledi, "Esila, kahvaltı?" diye sorarcasına konuştu. Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden Gizem'in benim için aldığı elbiseyi çantama koydum ve onu da sırtıma bıraktım. Montumu elime alıp, "Hadi, gidelim. Kahvaltıya da gerek yok." dediğimde sandalyeye oturmuş bekleyen Cihangir de ayaklandı ve beni takip etmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZ ADIMLAR
DragosteDümdüz, simsiyah bir yol. Sonu görünmüyor, hatta bir adım sonrası dahi yok. Zifiri karanlık, her şey belirsiz... Ne yapmalıydı bu durumda? Bu yola birinin ışık tutmasını mı bekleyecekti? Asla. Başkasının ışığına muhtaç olmaktansa, kendi ışığını oluş...